Birinci Bölüm:
Günün ilk ışıkları Mavi Çatal’a vurduğunda kadim kalenin cümle kapısı açıldı. Süvariler dalgalar halinde dışarı çıkarken taşıdıkları sancaklar ahenkle dalgalanıyordu. Kahverengi zemin üzerinde zümrütle bezenmiş altın bir taç. Asırlar önce Batıdiyar’a gelen İlk İnsanlar’ın ihtişamlı krallığı bir zamanlar batının tepelerinden Ay Dağları’na, Boğaz’ın bataklıklarından Karasu nehrine kadar olan toprakların tek ve tartışılmaz hakimiydi. Orman’ın Çocukları ile varılan mutabakattan sonra kurulan bu ilk krallık Mudd Hanedanı’nın izinde yüksek bir medeniyet kurmuştu. Elbette sınırlarındaki diğer krallıklarla toprak için savaşlar yaşanmıştı. Yine de bu krallık savaşlarıyla değil, bolluğu ve barışıyla anılır olmuştu. Fakat en şiddetli yıkım son asırda geldi.
Dar Deniz’in ötesinden ateş, yıkım ve tapındıkları yeni tanrılarıyla gelen yabancılar çevrelerindeki bütün krallıkları yutmuştu. Karşı koyanların sonu şüphesiz ölümdü. Kimi krallar da denizin ötesindeki Andalos’tan gelen yabancılara boyun eğmiş ve onların putlarını kabul etmişti. Soydaşları olan o insanlar, savaşmaktan korkanlar ve boyun eğenler, nehirli adamlar için artık düşmandan başka bir şey olamazdı. Ve zamanla bu iradesizler Andal İşgalcileri ile aynı safta savaşmaya başladı ve kardeş kanı dökmek kaçınılmaz oldu.
Andal İstilası esnasında Mudd Hanedanı’nı yücelten kişi nam-ı diğer Adalet Çekici Kral IV. Tristifer idi. İri cüssesi, bıçak değmemiş gür kahverengi sakalları ve saçlarıyla; her cenkte dehşet saçan büyük savaş çekiciyle Andallar’ın kabusu olan merhum kral doksan dokuz muharebenin muzafferi olarak girdiği yüzüncü savaşında düşmüştü. Şimdi kadim başkentinde büvet ağaçlarının gölgesindeki bir lahitte ebedi istirahatına çekilmişti. Onun ölümü geride kalan İlk İnsanlar’ın umutlarını da öldürmüştü. Ondan sonra tahta geçen oğlu V. Tristifer’ı sınırlarına dayanmış düşmanlar ve savaştan bezmiş muharip bir ordu bekliyordu.
Nehirlerin ve tepelerin hükümdarı Kral V. Tristifer askerlerinin arkasından ilerliyordu. Küheylanının üstünde, zümrüt kakmalı savaş miğferi ve altın zırhıyla atalarının ihtişamının canlı bir kanıtı gibiydi. Düzgün kesilmiş kahverengi sakalı, aynı renkteki saçları ve ela gözleri Mudd Hanedanı’na has özellikleriydi. Kralın güzel bir yüzü olduğu söylenebilirdi. Babası, merhum kral Adalet Çekici IV. Tristifer gibi iri cüsseli değildi. Uzun ve ince yapılıydı. Beyaz atının üzerinde huzursuz bir hali vardı. Yüzünde görmeye alışılmadık bir durgunluk vardı. Şüphesiz geride bıraktığı kadim şehri, insanlarını ve karısı Alyn’i düşünüyordu. Ve tabii kundaktaki, babasıyla ve dedesiyle aynı adı taşıyan oğlu Tristifer’ı...
Sonra hafif tempoda ilerleyen atların taş yolda yankılanan nal seslerini kuvvetli bir adamın sesi bastırdı. “Kralım!” Kapıdan geçmekte olan süvari alayı da kral ile birlikte atlarını sesin geldiği yöne çevirdiler. Siyah küheylanının önünde yürürken hayvanın yularını sol elinde tutan, diğer elindeyse tepesine beyaz bir tüy iliştirilmiş siyah miğferini taşıyan Güçlü Oswell herkesçe tanınırdı. “Kralım…” diye tekrarladı Güçlü Oswell. “Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar geride kalır. Benim yerim sizin yanınızdır.” Kuzguni saçları kısa kesilmiş, yüzü birkaç belirgin savaş yarası taşıyan bu adam Nehir topraklarının en kudretli savaşçılarındandı. Adalet Çekici’nin yaverliğini yapmış ve zamanla gösterdiği başarıları ona Güçlü lakabının verilmesini sağlamıştı.
“Sana bir emir verdiğimi hatırlıyorum sevgili Oswell.” Kralın ciddiyeti Güçlü Oswell’ın cesaretini ve cenk arzusunu kıramazdı elbet. Aynı dirayetle Tristifer’ın gözlerine bakıyordu. “İnsanlar bana Sevgili diye hitap etmez. Güçlü Oswell derler kralım. Ve bu lakabı savaş meydanlarında kazandım.” Bu sözler emirlere karşı gelen isyankar sözlerdi. Oswell gibi bir savaşçının dilinde yeri olmayan sözler. “İzin verin, sizinle at süreyim. Düşmanla yüzleşeyim ve gerekirse şerefimle öleyim!” Ölmek… Eşlerini, çocuklarını ve belki de babalarını yolcu etmek için cümle kapısının etrafına ve surlara hücum eden kalabalık Güçlü Oswell’ın bağırarak söylediği bu kelime üzerine coşkusunu yitirmişti. Evet, bu savaşın sonunda mutlak bir ölüm bekliyordu gidenleri. Fakat bu gerçek sadece Oswell tarafından dile getirilmişti.
Kral V. Tristifer atını Oswell’a doğru yaklaştırmış ve beyaz küheylanından inmişti. Siyah zırhı ve siyah atıyla Oswell; karşısında beyaz atı ve altın zırhıyla Kral Tristifer. Oldukça zıt görünüyorlardı. Kral gençti ve diri olması gerekirken yaşına göre daha bir olgun görünüyordu. Orta yaşı çoktan geçmiş olan Oswell ise halen on dokuzluk bir delikanlının enerjisine sahip gibiydi. Bundan sonraki konuşmalarını başka kulaklardan sakınmak için kısık sesle konuştular.
“Kralım, lütfen…” diye söze girdi Oswell, fakat Tristifer onu bir el işaretiyle susturdu. “Şimdi beni iyi dinlemelisin, Sadık Oswell. Ben atımı düşmana sürdüğümde, geride karım ve çocuğum güvende olmalı. Sana onları emanet ediyorum. Sana kalbimi emanet ediyorum Oswell. Onları koru.” Oswell’ın yüzündeki kararlı ifadesi kırılmıştı. Kralın gözlerine bakarken genç adamın ne kadar çaresiz olduğunu anlamıştı. Herkes ondan babası gibi muzaffer bir komutan olmasını bekliyordu. Fakat V. Tristifer’ın doğası böyle değildi. Çocukluğundan beri kılıç eğitimi almıştı ve bu konuda başarılıydı. Ama cenk hamuru onda yoktu.
“Biz gittikten sonra insanlarla birlikte şehirden ayrılmalısın. Halkımın bu şehirdeki günleri bitti. Güvende olmak için Yeşil Çatal boyunca kuzeye, Boğaz’a doğru gidin. Size zaman kazandırmak için düşmanı nehir boyunca tutacağız. Kuzey’deki soydaşlarımıza sığının.” Kralın sözleri Oswell’ın umutlarını da kalbinden söküp almıştı. Savaş çoktan kaybedilmişti ve bu geçit muharebesi basit bir oyalamadan ibaretti. “Peki şehir ne olacak? Atalarınızın inşa ettiği başkentimizi bırakıp gidecek miyiz?” Kral V. Tristifer çoktan atına binmişti. Diğer süvarilere katılmak için ilerlemeden önce son kez Güçlü Oswell’a baktı. “Bu şehir Adalet Çekici ile beraber düştü. Tanrı korusundaki o lahitte sadece babam yatmıyor. O lahit şehrimizin lahiti.” Bunlar, Kral V. Tristifer’ın son sözleriydi. Tarih onu kahraman bir babanın beceriksiz evladı olarak yazacaktı. Fakat Genç Tristifer insanlarını zulümden ve katliamdan kurtarabilmek için kendini feda eden asil bir kraldı...
Günün ilk ışıkları Mavi Çatal’a vurduğunda kadim kalenin cümle kapısı açıldı. Süvariler dalgalar halinde dışarı çıkarken taşıdıkları sancaklar ahenkle dalgalanıyordu. Kahverengi zemin üzerinde zümrütle bezenmiş altın bir taç. Asırlar önce Batıdiyar’a gelen İlk İnsanlar’ın ihtişamlı krallığı bir zamanlar batının tepelerinden Ay Dağları’na, Boğaz’ın bataklıklarından Karasu nehrine kadar olan toprakların tek ve tartışılmaz hakimiydi. Orman’ın Çocukları ile varılan mutabakattan sonra kurulan bu ilk krallık Mudd Hanedanı’nın izinde yüksek bir medeniyet kurmuştu. Elbette sınırlarındaki diğer krallıklarla toprak için savaşlar yaşanmıştı. Yine de bu krallık savaşlarıyla değil, bolluğu ve barışıyla anılır olmuştu. Fakat en şiddetli yıkım son asırda geldi.
Dar Deniz’in ötesinden ateş, yıkım ve tapındıkları yeni tanrılarıyla gelen yabancılar çevrelerindeki bütün krallıkları yutmuştu. Karşı koyanların sonu şüphesiz ölümdü. Kimi krallar da denizin ötesindeki Andalos’tan gelen yabancılara boyun eğmiş ve onların putlarını kabul etmişti. Soydaşları olan o insanlar, savaşmaktan korkanlar ve boyun eğenler, nehirli adamlar için artık düşmandan başka bir şey olamazdı. Ve zamanla bu iradesizler Andal İşgalcileri ile aynı safta savaşmaya başladı ve kardeş kanı dökmek kaçınılmaz oldu.
Andal İstilası esnasında Mudd Hanedanı’nı yücelten kişi nam-ı diğer Adalet Çekici Kral IV. Tristifer idi. İri cüssesi, bıçak değmemiş gür kahverengi sakalları ve saçlarıyla; her cenkte dehşet saçan büyük savaş çekiciyle Andallar’ın kabusu olan merhum kral doksan dokuz muharebenin muzafferi olarak girdiği yüzüncü savaşında düşmüştü. Şimdi kadim başkentinde büvet ağaçlarının gölgesindeki bir lahitte ebedi istirahatına çekilmişti. Onun ölümü geride kalan İlk İnsanlar’ın umutlarını da öldürmüştü. Ondan sonra tahta geçen oğlu V. Tristifer’ı sınırlarına dayanmış düşmanlar ve savaştan bezmiş muharip bir ordu bekliyordu.
Nehirlerin ve tepelerin hükümdarı Kral V. Tristifer askerlerinin arkasından ilerliyordu. Küheylanının üstünde, zümrüt kakmalı savaş miğferi ve altın zırhıyla atalarının ihtişamının canlı bir kanıtı gibiydi. Düzgün kesilmiş kahverengi sakalı, aynı renkteki saçları ve ela gözleri Mudd Hanedanı’na has özellikleriydi. Kralın güzel bir yüzü olduğu söylenebilirdi. Babası, merhum kral Adalet Çekici IV. Tristifer gibi iri cüsseli değildi. Uzun ve ince yapılıydı. Beyaz atının üzerinde huzursuz bir hali vardı. Yüzünde görmeye alışılmadık bir durgunluk vardı. Şüphesiz geride bıraktığı kadim şehri, insanlarını ve karısı Alyn’i düşünüyordu. Ve tabii kundaktaki, babasıyla ve dedesiyle aynı adı taşıyan oğlu Tristifer’ı...
Sonra hafif tempoda ilerleyen atların taş yolda yankılanan nal seslerini kuvvetli bir adamın sesi bastırdı. “Kralım!” Kapıdan geçmekte olan süvari alayı da kral ile birlikte atlarını sesin geldiği yöne çevirdiler. Siyah küheylanının önünde yürürken hayvanın yularını sol elinde tutan, diğer elindeyse tepesine beyaz bir tüy iliştirilmiş siyah miğferini taşıyan Güçlü Oswell herkesçe tanınırdı. “Kralım…” diye tekrarladı Güçlü Oswell. “Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar geride kalır. Benim yerim sizin yanınızdır.” Kuzguni saçları kısa kesilmiş, yüzü birkaç belirgin savaş yarası taşıyan bu adam Nehir topraklarının en kudretli savaşçılarındandı. Adalet Çekici’nin yaverliğini yapmış ve zamanla gösterdiği başarıları ona Güçlü lakabının verilmesini sağlamıştı.
“Sana bir emir verdiğimi hatırlıyorum sevgili Oswell.” Kralın ciddiyeti Güçlü Oswell’ın cesaretini ve cenk arzusunu kıramazdı elbet. Aynı dirayetle Tristifer’ın gözlerine bakıyordu. “İnsanlar bana Sevgili diye hitap etmez. Güçlü Oswell derler kralım. Ve bu lakabı savaş meydanlarında kazandım.” Bu sözler emirlere karşı gelen isyankar sözlerdi. Oswell gibi bir savaşçının dilinde yeri olmayan sözler. “İzin verin, sizinle at süreyim. Düşmanla yüzleşeyim ve gerekirse şerefimle öleyim!” Ölmek… Eşlerini, çocuklarını ve belki de babalarını yolcu etmek için cümle kapısının etrafına ve surlara hücum eden kalabalık Güçlü Oswell’ın bağırarak söylediği bu kelime üzerine coşkusunu yitirmişti. Evet, bu savaşın sonunda mutlak bir ölüm bekliyordu gidenleri. Fakat bu gerçek sadece Oswell tarafından dile getirilmişti.
Kral V. Tristifer atını Oswell’a doğru yaklaştırmış ve beyaz küheylanından inmişti. Siyah zırhı ve siyah atıyla Oswell; karşısında beyaz atı ve altın zırhıyla Kral Tristifer. Oldukça zıt görünüyorlardı. Kral gençti ve diri olması gerekirken yaşına göre daha bir olgun görünüyordu. Orta yaşı çoktan geçmiş olan Oswell ise halen on dokuzluk bir delikanlının enerjisine sahip gibiydi. Bundan sonraki konuşmalarını başka kulaklardan sakınmak için kısık sesle konuştular.
“Kralım, lütfen…” diye söze girdi Oswell, fakat Tristifer onu bir el işaretiyle susturdu. “Şimdi beni iyi dinlemelisin, Sadık Oswell. Ben atımı düşmana sürdüğümde, geride karım ve çocuğum güvende olmalı. Sana onları emanet ediyorum. Sana kalbimi emanet ediyorum Oswell. Onları koru.” Oswell’ın yüzündeki kararlı ifadesi kırılmıştı. Kralın gözlerine bakarken genç adamın ne kadar çaresiz olduğunu anlamıştı. Herkes ondan babası gibi muzaffer bir komutan olmasını bekliyordu. Fakat V. Tristifer’ın doğası böyle değildi. Çocukluğundan beri kılıç eğitimi almıştı ve bu konuda başarılıydı. Ama cenk hamuru onda yoktu.
“Biz gittikten sonra insanlarla birlikte şehirden ayrılmalısın. Halkımın bu şehirdeki günleri bitti. Güvende olmak için Yeşil Çatal boyunca kuzeye, Boğaz’a doğru gidin. Size zaman kazandırmak için düşmanı nehir boyunca tutacağız. Kuzey’deki soydaşlarımıza sığının.” Kralın sözleri Oswell’ın umutlarını da kalbinden söküp almıştı. Savaş çoktan kaybedilmişti ve bu geçit muharebesi basit bir oyalamadan ibaretti. “Peki şehir ne olacak? Atalarınızın inşa ettiği başkentimizi bırakıp gidecek miyiz?” Kral V. Tristifer çoktan atına binmişti. Diğer süvarilere katılmak için ilerlemeden önce son kez Güçlü Oswell’a baktı. “Bu şehir Adalet Çekici ile beraber düştü. Tanrı korusundaki o lahitte sadece babam yatmıyor. O lahit şehrimizin lahiti.” Bunlar, Kral V. Tristifer’ın son sözleriydi. Tarih onu kahraman bir babanın beceriksiz evladı olarak yazacaktı. Fakat Genç Tristifer insanlarını zulümden ve katliamdan kurtarabilmek için kendini feda eden asil bir kraldı...
Spoiler: