Başlangıç olarak şunları demeliyim.
Bu Hikaye tamamen hayal ürünüdür. :D
Tamam şaka yapmıyorum.
Eddard Stark'ın ağzında direkt olarak aktarılmış, Harrenhal Turnuvası davetinden Neşe kulesine kadar planladığım bir hikayedir.
DİKKAT!!!!
Bu hikaye de teori tarzı bilgileri gerçek gibi aktarma yapacağım. Başka türlü olmaz çünkü.
Ayrıca ilk denemem ve son olacak şüphesiz. Tarihle uyuşmayan bir yer olursa uyarırsanız süper olur. Kısa olacak gibi ama neyse.
Harrenhal Turnuvası
Harrenhal; Westeros tarihinin en büyük kalesiydi. Büyük fetihten önce tabi. Dışarıdan kuleleri sanki erimiş mumlara benziyordu. Kışyarı’nın 3 katı büyüklükle bir araziye kurulması savunma için hem avantaj hem de dezavantajdı. Asker kafası işte. Davete geldiği kaleyi bile gözden geçiriyor. Gerçekten de içeriden bulunan garnizon, 10 katı büyüklükte kuvveti savunabilirdi. Aegon’un ejderhalarının üstünden geçmesine rağmen duvarları hala kalındı.
Harrenhal Laneti diye bir şey de vardı. Kara Harren’in yaptıkları sebebiyle. Ben öyle lanete falan pek inanmam. Ama insan bir düşünüyor. Kara Harren’dan sonra 5 haneye ev sahipliği yapan Harrenhal. Bu 5 haneden hiç kimse artık yaşamıyordu. Yaşlı dadıya ders vermem gerek heralde. Böyle saçmalıklara inanacak kadar geri gitmedim ben.
Kalenin -ilk günkü gibi olmasa da- hala bir ihtişamı vardı. Westeros’un belki de en büyük kapsamlı turnuvası olacaktı. Harabe olmasına rağmen Lord Whent onarabildiği kadar onarmış ve turnuvaya hazır hale getirmişti. Dört bir yandan soylu akıyordu Harrenhal’a. Ben aynı anda bu kadar soyluyu gördüm mü? Gördüysem de hatırlamıyorum. Tanrının gözü o gün bir başka gözüküyordu.
Ana kapıdan girişimizi yaptık. Bizi Lord Whent ve ailesi karşıladı. Yoldan gelen bizdik ama Lord Whent bizden daha yorgun görünüyordu. Herhalde o kadar insanı karşılamak zor olsa gerek. Lord Whent bize kalacağımız yeri gösterdi ve bizi akşam ki ziyafete davet etti. Harrenhal’ın yakınlarında olmamıza rağmen ziyafeti kaçırıyorduk. Bunun için Robert’i sorumlu tutmak gerekti herhalde. Ay kapısında 3 gece geçirmemize sebep olmuştu. Kaleye girişimden hemen sonra ailemle bir araya geleceğimi düşünmüştüm ama kale o kadar kalabalıktı ki en iyisi akşamı beklemekti.
Akşam olunca Yüz ocaklı salondaki ziyafete katılmak için odamdan çıktım. Yanımda Fırtına Burnu Lordu olması lazımdı ama Robert işte. Nerede olacağı belli değildi. Ben de o ihtişamlı yüz ocaklı salon denilen yeri bulmaya çıktım. Bir koridorda karşıma güzeller güzeli bir kadın çıkmıştı. O zamana kadar gördüğüm en güzel kadındı. Dayne Hanesinin Leydisi Ashara Dayne’yi karşıma çıkan. Elim ayağım birbirine girmişti. Heyecanın o kadar anlaşılıyordu ki Ashara, gülümsemeyle birlikte karşımda hafif bir reverans yaparak “Lord Eddard Stark” dedi. Lanet olası ben, sanki kelimeleri unutmuştum. Onun karşısında konuşamaz oldum. Zaman benim için durmuştu. Ama zaman diğerleri için devam ediyordu. Hiçbirşey söyleyemeyince Ashara bana tekrardan gülümseyerek ortadan kayboldu. Ben öylece kalakalmıştım. Arkamdan bir ses beni kendime getirmişti. “Eddard ben de seni arıyordum, nerelerdeydeydin?” diyerek gelmişti Robert. Yüzümü ona dönünce “Yüzüne ne oldu? Sapsarı olmuşsun sen.” Dedi bana. Ben de dostuma az önce aşık olduğumu söyledim. Robert yüzüme şaşkın şaşkın baktı ve “ Seni bu hallere sokan kim Ned?” dedi kahkaha atarak. “ Ashara Dayne ” dedim. Robert yüzünden bir ifade okunmaksızın “ Hadi, ziyafete gidelim ” dedi. Robert önde, ben arkada hala kendimde olmadan ziyafetin olduğu yüz ocaklı salona girdik.
Salon herhalde Westeros’taki en büyük salondu. Şarkılar, danslar, her türlü eğlence vardı. Benim gözlerim Ailemi aradı. Benden önce bulan Robert bana masayı gösterdi. Babam, abim, kızkardeşim ve en küçük kardeşim oradaydı. Aile dostumuz gibi gördüğümüz Reed Hanesinin Howland’ı da masadaydı. Masaya geldiğimde Lyanna koşarak boynuma sarıldı. Benjen’da Lyanna’dan fırsat bulduktan sonra bana sarıldı. Onları gerçekten özlemiştim. Babam ve abime selam vererek Stark ailesi masasına oturdum. Bizim oturduğumuz masadan Kraliyet ailesi ve Ev sahibi ailenin bulunduğu yüksek masa gözüküyordu. Kral biraz yorgun görünüyordu. Arkalarında beyazlar içinde 7 Kral muhafızı duruyordu. Kralın sol yanında Lord Whent ve ailesi, Sağ yanında ise Prens Rhaegar ve ailesi vardı. Bir ara Prens’in buraya doğru baktığını görür gibi olmuştum. Ailem ile hasret giderirken müzisyenler romantik bir şarkı çalmaya başladılar. Şarkı başladığı anda yanımda Robert belirdi. Beni konuşmak için kenara çekti ve “ Ned, kızkardeşini dansa kaldırsam bir problem olur mu?” dedi. Ben onun ne dediğini duymuyordum çünkü koridorda gördüğüm güzeller güzeli kadın bana bakıyordu. Robert’in sözünü keserek “Şu kadını nasıl dansa kaldıracağımı söylesene bana” dedim. Robert şakayla karışık “Gidip dansa kaldıracaksın işte” dedi gülerek. Sonra Robert “Sen Kızkardeşini kaldır, ben de Ashara’yı kaldırayım. Müzik değiştiği zaman eşleri de değişmiş oluruz. Olur mu?” dedi. İkinci şarkıyı düşünerek hemen “Evet” dedim ve Lyanna’yı dansa kaldırdım. O sırada diğer şarkıya geçilmişti. İkinci şarkı geldiğinde elim ayağım titriyordu. Robert bana yaklaştı ve “Eşleri değişelim mi?” diye sahte bir soru sordu. Ben hiçbirşey söyleyemedim ama Robert elimden Lyanna’yı almıştı bile. Ashara ile karşı karşıya kaldık. İlk hamleyi o yaptı ve dans etmeye başladık. Aşkı işte o zaman tatmıştım. Ziyafet bitimine kadar onunla türlü türlü şeylerden bahsettik. Hiçbirini hatırlamıyorum. Ziyafetin sonlarına doğru Robert ile Lyanna yanımıza geldi ve birbirlerini sevdiklerini, nişanlanmak istediklerini söyledi. En yakın arkadaşım ve çok sevdiğim kızkardeşimin mutluluğu elbette benim mutluluğum olmalıydı. Konuyu babama ben açtım ve babam Lyanna için Robert’in iyi bir kısmet olduğunu söyledi. Sonuçta Robert Azam Lorduydu. Bu sözler benim kafamı karıştırmıştı. Ben ikinci oğuldum. Brandon Lord olacaktı. Peki, ben Ashara Dayne için iyi bir kısmet miydim? Beni kabul edecek miydi? Keşke o zamanda bunları hiç düşünmeseydim.
Ziyafet bittiği zaman herkes odasına çekilmişti. O gece yattığımda rüyamda Ashara’yı bir kuleden atlarken gördüm. Uyandığım zaman bunun rüya olduğuna sevinerek tekrar uykuya daldım. Sabah ilk iş herkes turnuva alanına gitmişti. Okçular yarışması, at yarışı, şarkıcıların turnuvası yapılıyordu. Ama herkesin dikkatini verdiği kargı turnuvasıydı. Birçok soylu ilk turda elenmişti. Lord Whent’in 4 oğlunun da ilk turda elenmesi turnuvanın alay konusu olmuştu.
Beşinci günün ziyafetinde yine ailecek masadaydık. Lyanna’da bir gariplik vardı. Masadakilere belli etmemeye çalışıyordu ama birşeyler olduğunu anlamıştım. Kız kardeşimi boş bir koridora götürdüm ve olanları anlatmasını istedim. Lyanna “Bana Robert’in Vadideki piçinden bahsetmemiştin!” diye çıkıştı. Ben “Robert benim en yakın arkadaşımdır. Evet, eğlencesi biraz fazladır ama sevdiği zaman herşeyinden vazgeçeceğini biliyorum Lyanna. Senden önce olmuş bir olay. Bunu görmezden gelemez misin?” dedim. Ama Lyanna daha büyük bir hiddetle “Biliyordun ve söylemedin öyle mi abi!” dedi. Diyecek hiçbirşeyim yoktu. Dostum Robert’e kefildim. O evlendiği zaman bu işlerden elini çekerdi. Ama bunu Lyanna’ya anlatamazdım. “Nişanı bozmak mı istiyorsun?” diye sordum. Lyanna bana cevap vermeden çekip gitti. O gittikten sonra koridorda bizi dinleyen biri olduğunu fark ettim. Koşarak koridorun köşesine gittim ama dinleyen kişi çoktan gitmişti.
Altıncı gün masada Lyanna’yı göremedim. Oysa ki sabah bunu konuşup halletmiştik. Benden özür diledi ve Robert’le evleneceğini söyledi. Masadaki bir diğer eksiklik ise Howland’dı. Lyanna’yı merak etmiştim. Odasına baktım ve onu bulamadım. Ziyafete geri döndüm.
Yedinci gün sabahı turnuva devam ediyordu. Ve turnuvada Gülen ağaç şövalyesi adında kimliğini gizleyen gizemli savaşçı çıktı ortaya. Herkes bu gizemli kişinin kim olduğunu merak ediyordu. Ve Lyanna hala ortalıkta yoktu. Howland’a dün akşam nerede olduğunu sordum. Ama Howland’dan net bir cevap alamadım. Oturduğumuz yerden Gizemli Şövalyeyi görmek mümkündü. Normal insanlardan kısaydı. Hemde oldukça kısaydı. Kafamdaki soru işaretleri cevaplanıyordu.
O gün Prens abim Brandon’ı 3 mızrak kırdıktan sonra atından düşürebilmişti. Ama herkes Gizemli şövalyenin ne yapacağını merak ediyordu. Gizemli şövalye sırasıyla Ozmend Haigh’i, Horos Blount’u, ve adını hatırlamadığım bir Frey’i atından düşürmeyi başararak büyük başarı sağlamıştı.
O akşam Kral turnuvadaki olaylardan haberdar oldu ve Gizemli Şövalyeyi bulması için birini görevlendirecek iken Prens Krala döndü ve bu görev için gönüllü olduğunu söyledi. Herkes şaşırmıştı. Robert epey sarhoş olduktan sonra yarın gizemli şövalyeyi düelloya davet edip onu miğfersiz bırakacağının sözünü veriyordu. Ama yarın olduğunda Gizemli şövalye ortaya çıkmadı.
Son gün şampiyon belli olacağı için herkes turnuva alanındaydı. Stark ailesi olarak en ön sırada bir yerimiz vardı. Final karşılaşması Prens Rhaegar Targaryen ve Sör Barristan Selmy arasında geçecekti. Final karşılaşması görülmeye değerdi. Her ikisi de birbirine bir türlü atından düşürememişti. En sonunda Prens, Cesur Barristan’ı atından düşürdü ve şampiyon oldu. Turnuva geleneği olarak Güzellik Kraliçesi seçmek için Prens’e Mavi güllerden oluşan bir taç verildi. Prens karısı Ellia Martell’e doğru at sürüyordu. Birden Ellia’yı geçip bizim bulunduğumuz sıraya geldi ve Tacı Lyanna’ya verdi. Ben dahil herkes o kadar şaşkındı ki bazıları nefes almayı unutmuştu. Prens gittikten sonra yanımda oturan Robert, sinirden kendini parçalayacak gibiydi. Turnuva bitiminden sonra himayesi altında olduğumuz Jon Arryn ile Vadiye yol alacak iken Harrenhal’da bir haber çalkalanıyordu. Prens, Lyanna’yı kaçırmıştı.
Bu Hikaye tamamen hayal ürünüdür. :D
Tamam şaka yapmıyorum.
Eddard Stark'ın ağzında direkt olarak aktarılmış, Harrenhal Turnuvası davetinden Neşe kulesine kadar planladığım bir hikayedir.
DİKKAT!!!!
Bu hikaye de teori tarzı bilgileri gerçek gibi aktarma yapacağım. Başka türlü olmaz çünkü.
Ayrıca ilk denemem ve son olacak şüphesiz. Tarihle uyuşmayan bir yer olursa uyarırsanız süper olur. Kısa olacak gibi ama neyse.
Giriş:
Ben Eddard Stark. Sizlere şarkılara konu olmuş isyanın bilinmeyenleriyle ilgili bir yazı yazacağım.
8 yaşında beri Kartal yuvası benim için ikinci bir ev olmuştu. Can dostum Robert ile bu görkemli yapıta ilk baktığımda burasının, beyazlar içinde ulaşılamaz bir kule olduğunu düşünmüştüm. Yukarıya çıkabilmek için binbir türlü eziyet görmek gerekti. Bu beyaz taşlar içinde canımın sıkılacağını düşünüyordum ama hayatının en güzel anlarını orada geçirmiştim. Bundaki en büyük katkı kardeş gibi gördüğüm, eğlenceyi oldukça seven, dostum Robert’ti. Tabii ki ikinci bir baba gibi gördüğüm, vesayeti altında büyüdüğüm Jon Arryn’da vardı.
Robert ile tanışmama sebep olan olay; Robert’in babası ve annesinin gözleri önünde ölüşüydü. Bu gerçekten çok acı bir olaydı. Robert her zaman gülerdi ama ben, Robert’in içinde sönmeyen bir ateş olduğunu biliyordum. “Eğer bir insan her zaman gülüyorsa, bil ki bu onun içinde bir ateş olduğunun göstergesidir.” Derdi babam Rickard Stark. Ateşin gerçek anlamını soran çocuğuna bir gün anlayacağını söylerdi. Robert ile tanışınca ateşin ne demek olduğunu anlamıştım. İleride o ateş bütün Westeros’u yakacaktı.
Kartal yuvasında güneye doğru bakan bir odam vardı. Oradan muhteşem dağları izleyebiliyordum. O odada mutlu anılar vardı. Ve hepsi de Robert ileydi.
Günü hatırlamadığım bi gün kahvaltı için büyük salona gittim. Jon ve Robert beni bekliyorlardı. Robert beni görünce ayağa kalktı ve “Dostum, Lord Whent Harrenhal’da bir turnuva düzenliyormuş, az önce bir kuzgun geldi. Hepimiz bizzat Lord Whent tarafından davetliyiz. Ayrıca aşağı inmeyeli de çok olmuştu.” Dedi son cümlesine gülerek. Ne demek istediğimi anladığınızı düşünüyorum. Robert sözünü bitirip yemeğine dönerken Jon “Büyük bir turnuva olacak. Prensin, ailesinin, hatta Kralın bile geleceği yazılmış kuzgunda.” Diyerek beni şaşırttı. Kral Dunskendale ayaklanmasından sonra –heralde- ilk defa şehirden ayrılıyordu.” Eğer kral geliyorsa herkes geliyordur” diye düşündüm. Turnuvaya katılma daveti almıştım ama turnuvalar benim için önemli değildi. Robert’in derdi başkaydı tabi. Robert’in her zaman farklı dertleri olurdu zaten. Bu turnuvanın benim için önemi ise ailemi tekrar görebilmekti. “Lyanna şimdi genç kız olmuştur. Benjen ise hala o şakalarıyla beni karşılamak isteyecektir.” Diye düşünüyordum.
Turnuva kuzgunları her yere aynı anda gönderilmişti ve kuzeyden güneye herkes geleceği için tam 1 ay sonra başlayacaktı. O bir ay bana 5 gün gibi gelmişti.
8 yaşında beri Kartal yuvası benim için ikinci bir ev olmuştu. Can dostum Robert ile bu görkemli yapıta ilk baktığımda burasının, beyazlar içinde ulaşılamaz bir kule olduğunu düşünmüştüm. Yukarıya çıkabilmek için binbir türlü eziyet görmek gerekti. Bu beyaz taşlar içinde canımın sıkılacağını düşünüyordum ama hayatının en güzel anlarını orada geçirmiştim. Bundaki en büyük katkı kardeş gibi gördüğüm, eğlenceyi oldukça seven, dostum Robert’ti. Tabii ki ikinci bir baba gibi gördüğüm, vesayeti altında büyüdüğüm Jon Arryn’da vardı.
Robert ile tanışmama sebep olan olay; Robert’in babası ve annesinin gözleri önünde ölüşüydü. Bu gerçekten çok acı bir olaydı. Robert her zaman gülerdi ama ben, Robert’in içinde sönmeyen bir ateş olduğunu biliyordum. “Eğer bir insan her zaman gülüyorsa, bil ki bu onun içinde bir ateş olduğunun göstergesidir.” Derdi babam Rickard Stark. Ateşin gerçek anlamını soran çocuğuna bir gün anlayacağını söylerdi. Robert ile tanışınca ateşin ne demek olduğunu anlamıştım. İleride o ateş bütün Westeros’u yakacaktı.
Kartal yuvasında güneye doğru bakan bir odam vardı. Oradan muhteşem dağları izleyebiliyordum. O odada mutlu anılar vardı. Ve hepsi de Robert ileydi.
Günü hatırlamadığım bi gün kahvaltı için büyük salona gittim. Jon ve Robert beni bekliyorlardı. Robert beni görünce ayağa kalktı ve “Dostum, Lord Whent Harrenhal’da bir turnuva düzenliyormuş, az önce bir kuzgun geldi. Hepimiz bizzat Lord Whent tarafından davetliyiz. Ayrıca aşağı inmeyeli de çok olmuştu.” Dedi son cümlesine gülerek. Ne demek istediğimi anladığınızı düşünüyorum. Robert sözünü bitirip yemeğine dönerken Jon “Büyük bir turnuva olacak. Prensin, ailesinin, hatta Kralın bile geleceği yazılmış kuzgunda.” Diyerek beni şaşırttı. Kral Dunskendale ayaklanmasından sonra –heralde- ilk defa şehirden ayrılıyordu.” Eğer kral geliyorsa herkes geliyordur” diye düşündüm. Turnuvaya katılma daveti almıştım ama turnuvalar benim için önemli değildi. Robert’in derdi başkaydı tabi. Robert’in her zaman farklı dertleri olurdu zaten. Bu turnuvanın benim için önemi ise ailemi tekrar görebilmekti. “Lyanna şimdi genç kız olmuştur. Benjen ise hala o şakalarıyla beni karşılamak isteyecektir.” Diye düşünüyordum.
Turnuva kuzgunları her yere aynı anda gönderilmişti ve kuzeyden güneye herkes geleceği için tam 1 ay sonra başlayacaktı. O bir ay bana 5 gün gibi gelmişti.
Harrenhal Turnuvası:
Harrenhal Turnuvası
Harrenhal; Westeros tarihinin en büyük kalesiydi. Büyük fetihten önce tabi. Dışarıdan kuleleri sanki erimiş mumlara benziyordu. Kışyarı’nın 3 katı büyüklükle bir araziye kurulması savunma için hem avantaj hem de dezavantajdı. Asker kafası işte. Davete geldiği kaleyi bile gözden geçiriyor. Gerçekten de içeriden bulunan garnizon, 10 katı büyüklükte kuvveti savunabilirdi. Aegon’un ejderhalarının üstünden geçmesine rağmen duvarları hala kalındı.
Harrenhal Laneti diye bir şey de vardı. Kara Harren’in yaptıkları sebebiyle. Ben öyle lanete falan pek inanmam. Ama insan bir düşünüyor. Kara Harren’dan sonra 5 haneye ev sahipliği yapan Harrenhal. Bu 5 haneden hiç kimse artık yaşamıyordu. Yaşlı dadıya ders vermem gerek heralde. Böyle saçmalıklara inanacak kadar geri gitmedim ben.
Kalenin -ilk günkü gibi olmasa da- hala bir ihtişamı vardı. Westeros’un belki de en büyük kapsamlı turnuvası olacaktı. Harabe olmasına rağmen Lord Whent onarabildiği kadar onarmış ve turnuvaya hazır hale getirmişti. Dört bir yandan soylu akıyordu Harrenhal’a. Ben aynı anda bu kadar soyluyu gördüm mü? Gördüysem de hatırlamıyorum. Tanrının gözü o gün bir başka gözüküyordu.
Ana kapıdan girişimizi yaptık. Bizi Lord Whent ve ailesi karşıladı. Yoldan gelen bizdik ama Lord Whent bizden daha yorgun görünüyordu. Herhalde o kadar insanı karşılamak zor olsa gerek. Lord Whent bize kalacağımız yeri gösterdi ve bizi akşam ki ziyafete davet etti. Harrenhal’ın yakınlarında olmamıza rağmen ziyafeti kaçırıyorduk. Bunun için Robert’i sorumlu tutmak gerekti herhalde. Ay kapısında 3 gece geçirmemize sebep olmuştu. Kaleye girişimden hemen sonra ailemle bir araya geleceğimi düşünmüştüm ama kale o kadar kalabalıktı ki en iyisi akşamı beklemekti.
Akşam olunca Yüz ocaklı salondaki ziyafete katılmak için odamdan çıktım. Yanımda Fırtına Burnu Lordu olması lazımdı ama Robert işte. Nerede olacağı belli değildi. Ben de o ihtişamlı yüz ocaklı salon denilen yeri bulmaya çıktım. Bir koridorda karşıma güzeller güzeli bir kadın çıkmıştı. O zamana kadar gördüğüm en güzel kadındı. Dayne Hanesinin Leydisi Ashara Dayne’yi karşıma çıkan. Elim ayağım birbirine girmişti. Heyecanın o kadar anlaşılıyordu ki Ashara, gülümsemeyle birlikte karşımda hafif bir reverans yaparak “Lord Eddard Stark” dedi. Lanet olası ben, sanki kelimeleri unutmuştum. Onun karşısında konuşamaz oldum. Zaman benim için durmuştu. Ama zaman diğerleri için devam ediyordu. Hiçbirşey söyleyemeyince Ashara bana tekrardan gülümseyerek ortadan kayboldu. Ben öylece kalakalmıştım. Arkamdan bir ses beni kendime getirmişti. “Eddard ben de seni arıyordum, nerelerdeydeydin?” diyerek gelmişti Robert. Yüzümü ona dönünce “Yüzüne ne oldu? Sapsarı olmuşsun sen.” Dedi bana. Ben de dostuma az önce aşık olduğumu söyledim. Robert yüzüme şaşkın şaşkın baktı ve “ Seni bu hallere sokan kim Ned?” dedi kahkaha atarak. “ Ashara Dayne ” dedim. Robert yüzünden bir ifade okunmaksızın “ Hadi, ziyafete gidelim ” dedi. Robert önde, ben arkada hala kendimde olmadan ziyafetin olduğu yüz ocaklı salona girdik.
Salon herhalde Westeros’taki en büyük salondu. Şarkılar, danslar, her türlü eğlence vardı. Benim gözlerim Ailemi aradı. Benden önce bulan Robert bana masayı gösterdi. Babam, abim, kızkardeşim ve en küçük kardeşim oradaydı. Aile dostumuz gibi gördüğümüz Reed Hanesinin Howland’ı da masadaydı. Masaya geldiğimde Lyanna koşarak boynuma sarıldı. Benjen’da Lyanna’dan fırsat bulduktan sonra bana sarıldı. Onları gerçekten özlemiştim. Babam ve abime selam vererek Stark ailesi masasına oturdum. Bizim oturduğumuz masadan Kraliyet ailesi ve Ev sahibi ailenin bulunduğu yüksek masa gözüküyordu. Kral biraz yorgun görünüyordu. Arkalarında beyazlar içinde 7 Kral muhafızı duruyordu. Kralın sol yanında Lord Whent ve ailesi, Sağ yanında ise Prens Rhaegar ve ailesi vardı. Bir ara Prens’in buraya doğru baktığını görür gibi olmuştum. Ailem ile hasret giderirken müzisyenler romantik bir şarkı çalmaya başladılar. Şarkı başladığı anda yanımda Robert belirdi. Beni konuşmak için kenara çekti ve “ Ned, kızkardeşini dansa kaldırsam bir problem olur mu?” dedi. Ben onun ne dediğini duymuyordum çünkü koridorda gördüğüm güzeller güzeli kadın bana bakıyordu. Robert’in sözünü keserek “Şu kadını nasıl dansa kaldıracağımı söylesene bana” dedim. Robert şakayla karışık “Gidip dansa kaldıracaksın işte” dedi gülerek. Sonra Robert “Sen Kızkardeşini kaldır, ben de Ashara’yı kaldırayım. Müzik değiştiği zaman eşleri de değişmiş oluruz. Olur mu?” dedi. İkinci şarkıyı düşünerek hemen “Evet” dedim ve Lyanna’yı dansa kaldırdım. O sırada diğer şarkıya geçilmişti. İkinci şarkı geldiğinde elim ayağım titriyordu. Robert bana yaklaştı ve “Eşleri değişelim mi?” diye sahte bir soru sordu. Ben hiçbirşey söyleyemedim ama Robert elimden Lyanna’yı almıştı bile. Ashara ile karşı karşıya kaldık. İlk hamleyi o yaptı ve dans etmeye başladık. Aşkı işte o zaman tatmıştım. Ziyafet bitimine kadar onunla türlü türlü şeylerden bahsettik. Hiçbirini hatırlamıyorum. Ziyafetin sonlarına doğru Robert ile Lyanna yanımıza geldi ve birbirlerini sevdiklerini, nişanlanmak istediklerini söyledi. En yakın arkadaşım ve çok sevdiğim kızkardeşimin mutluluğu elbette benim mutluluğum olmalıydı. Konuyu babama ben açtım ve babam Lyanna için Robert’in iyi bir kısmet olduğunu söyledi. Sonuçta Robert Azam Lorduydu. Bu sözler benim kafamı karıştırmıştı. Ben ikinci oğuldum. Brandon Lord olacaktı. Peki, ben Ashara Dayne için iyi bir kısmet miydim? Beni kabul edecek miydi? Keşke o zamanda bunları hiç düşünmeseydim.
Ziyafet bittiği zaman herkes odasına çekilmişti. O gece yattığımda rüyamda Ashara’yı bir kuleden atlarken gördüm. Uyandığım zaman bunun rüya olduğuna sevinerek tekrar uykuya daldım. Sabah ilk iş herkes turnuva alanına gitmişti. Okçular yarışması, at yarışı, şarkıcıların turnuvası yapılıyordu. Ama herkesin dikkatini verdiği kargı turnuvasıydı. Birçok soylu ilk turda elenmişti. Lord Whent’in 4 oğlunun da ilk turda elenmesi turnuvanın alay konusu olmuştu.
Beşinci günün ziyafetinde yine ailecek masadaydık. Lyanna’da bir gariplik vardı. Masadakilere belli etmemeye çalışıyordu ama birşeyler olduğunu anlamıştım. Kız kardeşimi boş bir koridora götürdüm ve olanları anlatmasını istedim. Lyanna “Bana Robert’in Vadideki piçinden bahsetmemiştin!” diye çıkıştı. Ben “Robert benim en yakın arkadaşımdır. Evet, eğlencesi biraz fazladır ama sevdiği zaman herşeyinden vazgeçeceğini biliyorum Lyanna. Senden önce olmuş bir olay. Bunu görmezden gelemez misin?” dedim. Ama Lyanna daha büyük bir hiddetle “Biliyordun ve söylemedin öyle mi abi!” dedi. Diyecek hiçbirşeyim yoktu. Dostum Robert’e kefildim. O evlendiği zaman bu işlerden elini çekerdi. Ama bunu Lyanna’ya anlatamazdım. “Nişanı bozmak mı istiyorsun?” diye sordum. Lyanna bana cevap vermeden çekip gitti. O gittikten sonra koridorda bizi dinleyen biri olduğunu fark ettim. Koşarak koridorun köşesine gittim ama dinleyen kişi çoktan gitmişti.
Altıncı gün masada Lyanna’yı göremedim. Oysa ki sabah bunu konuşup halletmiştik. Benden özür diledi ve Robert’le evleneceğini söyledi. Masadaki bir diğer eksiklik ise Howland’dı. Lyanna’yı merak etmiştim. Odasına baktım ve onu bulamadım. Ziyafete geri döndüm.
Yedinci gün sabahı turnuva devam ediyordu. Ve turnuvada Gülen ağaç şövalyesi adında kimliğini gizleyen gizemli savaşçı çıktı ortaya. Herkes bu gizemli kişinin kim olduğunu merak ediyordu. Ve Lyanna hala ortalıkta yoktu. Howland’a dün akşam nerede olduğunu sordum. Ama Howland’dan net bir cevap alamadım. Oturduğumuz yerden Gizemli Şövalyeyi görmek mümkündü. Normal insanlardan kısaydı. Hemde oldukça kısaydı. Kafamdaki soru işaretleri cevaplanıyordu.
O gün Prens abim Brandon’ı 3 mızrak kırdıktan sonra atından düşürebilmişti. Ama herkes Gizemli şövalyenin ne yapacağını merak ediyordu. Gizemli şövalye sırasıyla Ozmend Haigh’i, Horos Blount’u, ve adını hatırlamadığım bir Frey’i atından düşürmeyi başararak büyük başarı sağlamıştı.
O akşam Kral turnuvadaki olaylardan haberdar oldu ve Gizemli Şövalyeyi bulması için birini görevlendirecek iken Prens Krala döndü ve bu görev için gönüllü olduğunu söyledi. Herkes şaşırmıştı. Robert epey sarhoş olduktan sonra yarın gizemli şövalyeyi düelloya davet edip onu miğfersiz bırakacağının sözünü veriyordu. Ama yarın olduğunda Gizemli şövalye ortaya çıkmadı.
Son gün şampiyon belli olacağı için herkes turnuva alanındaydı. Stark ailesi olarak en ön sırada bir yerimiz vardı. Final karşılaşması Prens Rhaegar Targaryen ve Sör Barristan Selmy arasında geçecekti. Final karşılaşması görülmeye değerdi. Her ikisi de birbirine bir türlü atından düşürememişti. En sonunda Prens, Cesur Barristan’ı atından düşürdü ve şampiyon oldu. Turnuva geleneği olarak Güzellik Kraliçesi seçmek için Prens’e Mavi güllerden oluşan bir taç verildi. Prens karısı Ellia Martell’e doğru at sürüyordu. Birden Ellia’yı geçip bizim bulunduğumuz sıraya geldi ve Tacı Lyanna’ya verdi. Ben dahil herkes o kadar şaşkındı ki bazıları nefes almayı unutmuştu. Prens gittikten sonra yanımda oturan Robert, sinirden kendini parçalayacak gibiydi. Turnuva bitiminden sonra himayesi altında olduğumuz Jon Arryn ile Vadiye yol alacak iken Harrenhal’da bir haber çalkalanıyordu. Prens, Lyanna’yı kaçırmıştı.