Kılıçların Fırtınası II. 72 73 74 75 76 Spoiler içerir. Fakat sadece rüya kısmı, hafif spoiler içerdiğinden okunmasını tavsiye ederim(butondan sonraki kısım), uzun demeyin özellikle Eddard Stark ve Rhaegar Targaryen'li bölüm ilginizi çekecek. Kitabı okumayanlar butona tıklamadan okusunlar..
Gözlerini kapadı ve rüyasında Cercei'yi görmeyi umdu. Ateşli rüyalar son derece canlıydı...
Tek başına ve çırılçıplak uyandı, etrafını düşmanlar sarmıştı, beyaz taş taş duvarlar üstüne geliyordu. Kaya, Jaime anlamıştı.Başının üzerinde Kaya'nın muazzam ağırlığını hissedebiliyordu. Evdeydi. Evdeydi ve bütündü.
Sağ elini kaldırdı ve parmaklarındaki kuvveti hissetmek için onları esnetti. Sevişmek kadar iyi hissettirmişti bu. Beş parmak. Rüyasında sakat olduğunu görmüştü ama değildi. Hissettiği rahatlama başını döndürdü. Elim, sağlam elim. Bir bütün olduğu sürece hiçbir şey onu incitmezdi.
Etrafında bir düzine karanlık suret duruyordu, yüzlerini gizleyen başlıklı kıyafetler giymişlerdi, ellerinde mızraklar vardı. "Kimsiniz?" diye sordu Jaime. "Casterly Kayası'nda ne işiniz var?"
Adamlar cevap vermedi, Jaime'yi mızraklarının ucuyla dürttüler sadece. Jaime'nin inmekten başka seçeneği yoktu. Kıvrımlı bir koridordan aşağı yürüdü, deniz taşından oyulmuş dar basamakları indi, aşağı ve aşağı. Yukarı gitmeliydim, dedi kendine. Yukarı, aşağı değil. Neden aşağı iniyorum? Yer altında onu felaketi bekliyordu, bir rüyanın sarahatiyle biliyordu Jaime bunu. Orada korkunç ve karanlık bir şey dolaşıyordu. Jaime'yi isteyen bir şey. Jaime durmaya çalıştı ama adamlar onu ileri doğru dürtüyordu. Keşke kılıcım olsaydı, o zaman hiçbir şey bana zarar vermezdi.
Yankılı karanlığın ortasında basamaklar aniden bitti. Jaime önündeki uçsuz bucaksız boşluğu sezdi, irkilerek durdu, hiçliğin kenarında sendeliyordu. Bir mızrak ucu Jaime'nin beline battı ve onu uçuruma itti. Jaime bağırdı ama düşüş kısaydı. Ellerinin ve dizlerinin üstüne indi, yumuşak kumdan ve sığ sudan ibaret bir zemindeydi. Casterly Kayası'nın altında sulak mağaralar vardı ama burası Jaime'ye yabancıydı. "Bu yer de ne?"
"Senin yerin." Ses yankılandı; yüzlerce sesti, binlerce ses. Akıllı Lann'den bu yana günlerin şafağında yaşayan bütün Lannisterlar'ın sesi. Ama en çok babasının sesiydi ve Lord Tywin'in yanında Jaime'nin kız kardeşi duruyordu, solgun ve güzel, elinde bir meşale vardı. Joffrey de ordaydı, birlikte hayat verdikleri oğul. Ve onların arkasında, bir düzine altın saçlı karanlık suret daha.
"Kardeşim, babamız neden buraya getirdi bizi?"
"Biz? Burası senin yerin kardeşim. Bu senin karanlığın." Mağaradaki tek ışık Cercei'nin meşalesiydi. Cercei'nin meşalesi bütün dünyadaki tek ışıktı. Cercei gitmek için döndü.
"Benimle kal," diye yalvardı Jaime. "Beni burada tek başıma bırakma." Ama gidiyorlardı. "Beni karanlıkta bırakmayın!" Burada korkunç bir şey yaşanıyordu. "En azından bir kılıç verin bana."
"Sana bir kılıç verdim," dedi Lord Tywin.
Kılıç, Jaime'nin ayağının dibindeydi. Jaime, kılıcın kabzasını kavrayana dek eliyle suyun altını aradı. Bir kılıcım olduğu sürece hiçbir şey beni incitemez. Jaime çeliği havaya kaldırırken, kılıcın ucunda solgun bir alev belirdi, kılıcın kenarı boyunca yürüdü ve kabzadan bir karış uzakta durdu. Çeliğin rengini alan ateş, gümüşi mavi bir ışıkla yandı ve karanlık geri çekildi. Jaime, karanlığın içinden gelebilecek şeylere karşı hazır bir hale yere çömeldi, etrafı dinleyerek bir çemberin içinde hareket etti. Çizmeleri diz yüksekliğindeki soğuk suyla doldu. Suya dikkat et, dedi Jaime kendine. Suda yaşayan yaratıklar olabilir, gizli derinlikler...
Arkadan şiddetlir bir su sesi geldi. Jaime sese doğru döndü.. Ama solgun ışık sadece Tarth'lı Brienne'i ortaya çlıkardı, kızın elleri ağır zincirlerle bağlanmıştı. "Seni güvende tutacağıma dair yemin ettim," dedi fahişe inatla. "Bir ant içtim." Kız çıplaktı, ellerini Jaime'ye doğru kaldırdı. "Lürfen sör. Yalvarırım."
Çelik halkalar ipek gibi ayrıldı. "Bir kılıç," diye yalvardı Brienne ve işte ordaydı, kın, kemer, her şey. Brienne, kemeri kalın beline bağladı. Işık o kadar loştu ki, aralarında sadece birkaç adım mesafe olmasına rağmen Jaime kızı zar zor görüyordu. Bu ışıkta güzel bile olabilir, diye düşündü. Bu ışıkta bir şövalye bile olabilir. Brienne'in kılıcı da alev aldı, gümüşi mavi parladı. Karanlık biraz daha geriledi.
Cercei'nin, "Alevler sen yaşadığın sürece yanacak," dediğini duyu Jaime. "Onlar öldüğünde sen de ölmelisin."
"Kardeşim!" diye bağırdı Jaime. "Benimle kal. Kal!" Uzaklaşan adamların yumuşak sesinden başka bir cevap gelmedi.
Brienne uzun kılıcını ileri geri savurdu, titreyip yer değiştiren gümüşi alevleri izledi. Yanan kılıcın aksi, Brienne'in ayaklarının altındaki durgun ve kara suyun yüzeyinde parladı. Jaime'nin hatırladığı kadar uzun ve güçlüydü kız ama şimdi daha bir kadın gibi görünüyordu sanki.
"Burada bir ayı mı saklıyorlar?" Brienne hareket ediyordu, ağır ve temkinli, kılıcı elindeydi; adım, dön ve dinle. Her adımda su sesleri duyuluyordu. "Bir mağara aslanı? Ulu kurtlar? Ayı? Söyle bana Jaime. Burada ne yaşıyor? Karanlıkta yaşayan ne?"
"Felaket." Jaime'nin bildiği bir ayı yoktu. Aslan yoktu. "Sadece felaket."
Kılıçların soğuk, gümüşi mavi ışığında, iri fahişe solgun ve acımasız görünüyordu. "Burayı sevmedim."
"Ben de çok düşkün değilim." Kılıçlar bir ışık adası oluşturuyordu ama adanın etrafında sonsuz bir karanlık denizi uzanıyordu. "Ayaklarım ıslandı."
"Bizi buraya getirdikleri yoldan geri dönebiliriz. Omuzlarıma çıkarsan şu tünelin ağzına rahatça ulaşabilirsin."
O zaman Cersei'nin peşinden gidebilirim. Jaime bu düşüncenin onu sertleştirdiğini hissetti ve Brienne'in görmemesi için arkasını döndü.
"Dinle." Brienne, elini Jaime'nin omzuna koydu, bu beklenmedik dokunuş Jaime'yi titretti. Sıcak. "Birşey geliyor." Brienne, kılıcının ucuyla Jaime'nin sol tarafını gösterdi. "Orada."
Jaime, Brienne'in gördüğünü görene kadar karanlığa baktı. Karanlığın içinde Jaime'nin seçemediği bir şey hareket ediyordu...
"Atlı bir adam. Hayır, iki. Yan yana iki süvari."
"Burada, kayanın altında?" Bu çok anlamsızdı. Ama solgun atlar süren iki süvari geliyordu, hem adamlar hem binekler zırhlıydı. Savaş atları ağır adımlarla siyahlığın içinden hasıl oldu. Hayvanların hiç ses çıkarmadığını fark etti Jaime. Ne su şıpırtısı, ne zırh şıngırtısı, ne de nal sesi. Aerys'in taht odası boyunca at süren Eddard Stark'ı hatırladı, adam sessizlikle sarmalanmıştı, sadece gözleri konuşuyordu; bir lordun gözleri, soğuk gri ve yargı dolu.
"Sen misin Stark?" diye seslendi Jaime. "Öne çık. Canlıyken asla korkmadım senden, ölüyken de korkmuyorum."
Brienne, Jaime'nin koluna dokundu. "Daha fazlası var."
Jaime de gördü. Kardan zırhlar giydirmişlerdi ve omuzlarında sis şeritleri dalgalanıyordu. Miğferlerinin göz siperleri kapalıydı ama Jaime Lannister, onları tanımak için yüzlerini görmeye ihtiyaç duymuyordu.
Adamlardan beşi Jaime'nin kardeşleriydi. Oswell Whent ve Jon Darry. Lewyn Martell, bir Dorne Prensi. Beyaz Boğa Gerold Hightower. Sabah kılıcı Arthur Dayne. Ve onların yanında, sis ve kederle sarmalanmış Rhaegar Targaryen at sürüyordu, Ejderha Kayası Prensi ve Demir Taht'ın meşru veliahtı.
Adamlar Jaime'nin iki yanına geçmek için ayrılırken, "Beni korkutmuyorsunuz," diye seslendi Jaime kendi etrafında dönerek. Yüzünü ne tarafa çevireceğini bilmiyordu. "Sizinle teker teker ya da hep birlikte dövüşürüm. Ama fahişeyle kim düello yapacak? Onu boş bıraktığınız anda karşıya geçer."
"Onu güvende tutacağıma dair yemin ettim," dedi Brienne, Rhaegar'ın gölgesine. "Kutsal bir ant içtim."
"Hepimiz yeminler ediyoruz," dedi Sör Arthur Dayne, çok üzgündü.
Gölgeler hayaley atlarından indiler. Uzun kılıçlarını çektiklerinde hiç ses çıkmadı. "Şehri yakacaktı," dedi Jaime. "Robert'a sadece kül bırakmak için."
"O senin kralındı," dedi Darry.
"Onu güvende tutmak için yemin etmiştin," dedi Whent.
"Ve çocukları da," dedi Prens Lewyn.
Prens Rhaegar soğuk bir ışıkla yanıyordu, kah beyaz, kah kırmızı, kah siyah. "Karımı ve çocuklarımı senin ellerine bırakmıştım."
"Onlara zarar vereceği hiç aklıma gelmedi." Jaime'nin kılıcı daha az parlıyordu şimdi. "Ben kralla birlikteydim...."
"Kralı öldürüyordun," dedi Sör Arthur.
"Boğazını kesiyordun," dedi Prens Lewyn.
"Uğruna öleceğine dair yemin ettiğin kral," dedi Beyaz Boğa. Kılıçların kenarında yanan ateşler sönmek üzereydi, Jaime, Cersei'nin söylediklerini hatırladı. Hayır. Dehşet, Jaime'nin boğazını sıkıyordu. Sonra kılıcı söndü, hayaletler Jaime'ye doğru atılırken sadece Brienne'in kılıcı yanıyordu.
"Hayır," dedi Jaime. "Hayır, hayır hayır. Hayııııır!"
Kalbi güm güm atarken sıçrayarak uyandı ve kendini ağaçların ortasında, yıldızlı bir karanlığın içinde buldu.
Spoiler:
Gözlerini kapadı ve rüyasında Cercei'yi görmeyi umdu. Ateşli rüyalar son derece canlıydı...
Tek başına ve çırılçıplak uyandı, etrafını düşmanlar sarmıştı, beyaz taş taş duvarlar üstüne geliyordu. Kaya, Jaime anlamıştı.Başının üzerinde Kaya'nın muazzam ağırlığını hissedebiliyordu. Evdeydi. Evdeydi ve bütündü.
Sağ elini kaldırdı ve parmaklarındaki kuvveti hissetmek için onları esnetti. Sevişmek kadar iyi hissettirmişti bu. Beş parmak. Rüyasında sakat olduğunu görmüştü ama değildi. Hissettiği rahatlama başını döndürdü. Elim, sağlam elim. Bir bütün olduğu sürece hiçbir şey onu incitmezdi.
Etrafında bir düzine karanlık suret duruyordu, yüzlerini gizleyen başlıklı kıyafetler giymişlerdi, ellerinde mızraklar vardı. "Kimsiniz?" diye sordu Jaime. "Casterly Kayası'nda ne işiniz var?"
Adamlar cevap vermedi, Jaime'yi mızraklarının ucuyla dürttüler sadece. Jaime'nin inmekten başka seçeneği yoktu. Kıvrımlı bir koridordan aşağı yürüdü, deniz taşından oyulmuş dar basamakları indi, aşağı ve aşağı. Yukarı gitmeliydim, dedi kendine. Yukarı, aşağı değil. Neden aşağı iniyorum? Yer altında onu felaketi bekliyordu, bir rüyanın sarahatiyle biliyordu Jaime bunu. Orada korkunç ve karanlık bir şey dolaşıyordu. Jaime'yi isteyen bir şey. Jaime durmaya çalıştı ama adamlar onu ileri doğru dürtüyordu. Keşke kılıcım olsaydı, o zaman hiçbir şey bana zarar vermezdi.
Yankılı karanlığın ortasında basamaklar aniden bitti. Jaime önündeki uçsuz bucaksız boşluğu sezdi, irkilerek durdu, hiçliğin kenarında sendeliyordu. Bir mızrak ucu Jaime'nin beline battı ve onu uçuruma itti. Jaime bağırdı ama düşüş kısaydı. Ellerinin ve dizlerinin üstüne indi, yumuşak kumdan ve sığ sudan ibaret bir zemindeydi. Casterly Kayası'nın altında sulak mağaralar vardı ama burası Jaime'ye yabancıydı. "Bu yer de ne?"
"Senin yerin." Ses yankılandı; yüzlerce sesti, binlerce ses. Akıllı Lann'den bu yana günlerin şafağında yaşayan bütün Lannisterlar'ın sesi. Ama en çok babasının sesiydi ve Lord Tywin'in yanında Jaime'nin kız kardeşi duruyordu, solgun ve güzel, elinde bir meşale vardı. Joffrey de ordaydı, birlikte hayat verdikleri oğul. Ve onların arkasında, bir düzine altın saçlı karanlık suret daha.
"Kardeşim, babamız neden buraya getirdi bizi?"
"Biz? Burası senin yerin kardeşim. Bu senin karanlığın." Mağaradaki tek ışık Cercei'nin meşalesiydi. Cercei'nin meşalesi bütün dünyadaki tek ışıktı. Cercei gitmek için döndü.
"Benimle kal," diye yalvardı Jaime. "Beni burada tek başıma bırakma." Ama gidiyorlardı. "Beni karanlıkta bırakmayın!" Burada korkunç bir şey yaşanıyordu. "En azından bir kılıç verin bana."
"Sana bir kılıç verdim," dedi Lord Tywin.
Kılıç, Jaime'nin ayağının dibindeydi. Jaime, kılıcın kabzasını kavrayana dek eliyle suyun altını aradı. Bir kılıcım olduğu sürece hiçbir şey beni incitemez. Jaime çeliği havaya kaldırırken, kılıcın ucunda solgun bir alev belirdi, kılıcın kenarı boyunca yürüdü ve kabzadan bir karış uzakta durdu. Çeliğin rengini alan ateş, gümüşi mavi bir ışıkla yandı ve karanlık geri çekildi. Jaime, karanlığın içinden gelebilecek şeylere karşı hazır bir hale yere çömeldi, etrafı dinleyerek bir çemberin içinde hareket etti. Çizmeleri diz yüksekliğindeki soğuk suyla doldu. Suya dikkat et, dedi Jaime kendine. Suda yaşayan yaratıklar olabilir, gizli derinlikler...
Arkadan şiddetlir bir su sesi geldi. Jaime sese doğru döndü.. Ama solgun ışık sadece Tarth'lı Brienne'i ortaya çlıkardı, kızın elleri ağır zincirlerle bağlanmıştı. "Seni güvende tutacağıma dair yemin ettim," dedi fahişe inatla. "Bir ant içtim." Kız çıplaktı, ellerini Jaime'ye doğru kaldırdı. "Lürfen sör. Yalvarırım."
Çelik halkalar ipek gibi ayrıldı. "Bir kılıç," diye yalvardı Brienne ve işte ordaydı, kın, kemer, her şey. Brienne, kemeri kalın beline bağladı. Işık o kadar loştu ki, aralarında sadece birkaç adım mesafe olmasına rağmen Jaime kızı zar zor görüyordu. Bu ışıkta güzel bile olabilir, diye düşündü. Bu ışıkta bir şövalye bile olabilir. Brienne'in kılıcı da alev aldı, gümüşi mavi parladı. Karanlık biraz daha geriledi.
Cercei'nin, "Alevler sen yaşadığın sürece yanacak," dediğini duyu Jaime. "Onlar öldüğünde sen de ölmelisin."
"Kardeşim!" diye bağırdı Jaime. "Benimle kal. Kal!" Uzaklaşan adamların yumuşak sesinden başka bir cevap gelmedi.
Brienne uzun kılıcını ileri geri savurdu, titreyip yer değiştiren gümüşi alevleri izledi. Yanan kılıcın aksi, Brienne'in ayaklarının altındaki durgun ve kara suyun yüzeyinde parladı. Jaime'nin hatırladığı kadar uzun ve güçlüydü kız ama şimdi daha bir kadın gibi görünüyordu sanki.
"Burada bir ayı mı saklıyorlar?" Brienne hareket ediyordu, ağır ve temkinli, kılıcı elindeydi; adım, dön ve dinle. Her adımda su sesleri duyuluyordu. "Bir mağara aslanı? Ulu kurtlar? Ayı? Söyle bana Jaime. Burada ne yaşıyor? Karanlıkta yaşayan ne?"
"Felaket." Jaime'nin bildiği bir ayı yoktu. Aslan yoktu. "Sadece felaket."
Kılıçların soğuk, gümüşi mavi ışığında, iri fahişe solgun ve acımasız görünüyordu. "Burayı sevmedim."
"Ben de çok düşkün değilim." Kılıçlar bir ışık adası oluşturuyordu ama adanın etrafında sonsuz bir karanlık denizi uzanıyordu. "Ayaklarım ıslandı."
"Bizi buraya getirdikleri yoldan geri dönebiliriz. Omuzlarıma çıkarsan şu tünelin ağzına rahatça ulaşabilirsin."
O zaman Cersei'nin peşinden gidebilirim. Jaime bu düşüncenin onu sertleştirdiğini hissetti ve Brienne'in görmemesi için arkasını döndü.
"Dinle." Brienne, elini Jaime'nin omzuna koydu, bu beklenmedik dokunuş Jaime'yi titretti. Sıcak. "Birşey geliyor." Brienne, kılıcının ucuyla Jaime'nin sol tarafını gösterdi. "Orada."
Jaime, Brienne'in gördüğünü görene kadar karanlığa baktı. Karanlığın içinde Jaime'nin seçemediği bir şey hareket ediyordu...
"Atlı bir adam. Hayır, iki. Yan yana iki süvari."
"Burada, kayanın altında?" Bu çok anlamsızdı. Ama solgun atlar süren iki süvari geliyordu, hem adamlar hem binekler zırhlıydı. Savaş atları ağır adımlarla siyahlığın içinden hasıl oldu. Hayvanların hiç ses çıkarmadığını fark etti Jaime. Ne su şıpırtısı, ne zırh şıngırtısı, ne de nal sesi. Aerys'in taht odası boyunca at süren Eddard Stark'ı hatırladı, adam sessizlikle sarmalanmıştı, sadece gözleri konuşuyordu; bir lordun gözleri, soğuk gri ve yargı dolu.
"Sen misin Stark?" diye seslendi Jaime. "Öne çık. Canlıyken asla korkmadım senden, ölüyken de korkmuyorum."
Brienne, Jaime'nin koluna dokundu. "Daha fazlası var."
Jaime de gördü. Kardan zırhlar giydirmişlerdi ve omuzlarında sis şeritleri dalgalanıyordu. Miğferlerinin göz siperleri kapalıydı ama Jaime Lannister, onları tanımak için yüzlerini görmeye ihtiyaç duymuyordu.
Adamlardan beşi Jaime'nin kardeşleriydi. Oswell Whent ve Jon Darry. Lewyn Martell, bir Dorne Prensi. Beyaz Boğa Gerold Hightower. Sabah kılıcı Arthur Dayne. Ve onların yanında, sis ve kederle sarmalanmış Rhaegar Targaryen at sürüyordu, Ejderha Kayası Prensi ve Demir Taht'ın meşru veliahtı.
Adamlar Jaime'nin iki yanına geçmek için ayrılırken, "Beni korkutmuyorsunuz," diye seslendi Jaime kendi etrafında dönerek. Yüzünü ne tarafa çevireceğini bilmiyordu. "Sizinle teker teker ya da hep birlikte dövüşürüm. Ama fahişeyle kim düello yapacak? Onu boş bıraktığınız anda karşıya geçer."
"Onu güvende tutacağıma dair yemin ettim," dedi Brienne, Rhaegar'ın gölgesine. "Kutsal bir ant içtim."
"Hepimiz yeminler ediyoruz," dedi Sör Arthur Dayne, çok üzgündü.
Gölgeler hayaley atlarından indiler. Uzun kılıçlarını çektiklerinde hiç ses çıkmadı. "Şehri yakacaktı," dedi Jaime. "Robert'a sadece kül bırakmak için."
"O senin kralındı," dedi Darry.
"Onu güvende tutmak için yemin etmiştin," dedi Whent.
"Ve çocukları da," dedi Prens Lewyn.
Prens Rhaegar soğuk bir ışıkla yanıyordu, kah beyaz, kah kırmızı, kah siyah. "Karımı ve çocuklarımı senin ellerine bırakmıştım."
"Onlara zarar vereceği hiç aklıma gelmedi." Jaime'nin kılıcı daha az parlıyordu şimdi. "Ben kralla birlikteydim...."
"Kralı öldürüyordun," dedi Sör Arthur.
"Boğazını kesiyordun," dedi Prens Lewyn.
"Uğruna öleceğine dair yemin ettiğin kral," dedi Beyaz Boğa. Kılıçların kenarında yanan ateşler sönmek üzereydi, Jaime, Cersei'nin söylediklerini hatırladı. Hayır. Dehşet, Jaime'nin boğazını sıkıyordu. Sonra kılıcı söndü, hayaletler Jaime'ye doğru atılırken sadece Brienne'in kılıcı yanıyordu.
"Hayır," dedi Jaime. "Hayır, hayır hayır. Hayııııır!"
Kalbi güm güm atarken sıçrayarak uyandı ve kendini ağaçların ortasında, yıldızlı bir karanlığın içinde buldu.