SUR'UN YIKILIŞINDAN 3 GÜN SONRA;
Ani bir irkilmeyle uyandı. Yüzüne vuran keskin rüzgarın soğukluğunu iliklerine kadar hissedebiliyordu. Sakalı ve bıyığı buz tutmuştu, kıpırdayamıyordu.
"Uyumamalıyım, uyumamalıyım yoksa donarım.." dedi kendi kendine.
Doğrulmaya çalıştı fakat sanki bir el onu toprağa doğru çekiyordu. Kolları ve bacağında baskı vardı, damarlarında akan kanın sıcaklığını hissedebiliyordu. Sol bacağını karın boşluğuna doğru çekmeye çabaladı.
Aniden "Ahhhhhh...." diye bağırdı.
Yaptığı hatanın farkına varıp hemen elini ağzına bastırdı. Bağırmamalıydı, yoksa onu bu hale getirenler geri gelebilirdi.Çabaladı,çabaladı.. ama uyku galip geldi. Gözlerini yumdu..
Göz kapaklarını araladı, gün aydınlanmıştı. Güneş ışığından faydalanması gerekiyordu ve şu an yapabileceği tek şey ayağa kalkıp saklanabileceği bir yer bulmaktı. Ayağa kalkmaya çabaladı, ilk denemesinde sol bacağının olduğu tarafa doğru yuvarlandı. İkinci denemesinde sağ dizinin üzerine baskı yaparak doğruldu.
Kafasını kaldırdı; "Hala rüyada olmalıyım,bu gerçek olamaz.".
Metrelerce uzun, kilometrelerce uzaktan görülebilen Mimar Brandon'un inşa ettiği Sur ikiye bölünmüştü. Sur’un sol tarafına doğru bir eğim vardı sanki ikiye ayrılmakla kalmayacak yerle bir olacakmış gibi bir izlenim veriyordu. Yaşlı dadısı o küçükkken hep ona Sur'u anlatırdı. Büyük büyük amcası Jon Kar'ın Lord Kumandanlık yaptığı yılları anlatırdı. Sur'un ağladığını görmüştü ama bu gerçek olamazdı. Sur onun içinde hep merak uyandırmıştı hakkında onlarca kitap bitirmişti. Orası kışın geleceği yerdi. Yıkılmış olamazdı..
"Bunlar gerçek olamaz.. Rüyadayım ben.." dedi mırıldanarak, "Yaşayan birisi var mı" diye bağırdı. Belki bu bir hataydı, yaşayan biri varsa eğer yardım etmeliydi.
Topallayarak cesetlerin arasında yürümeye başladı. Dişleri birbirine vururken çıkarttığı sesler on metreden duyulabilirdi. İçinde bir titreme hissetti gördüşü şey Sur kadar ilginçti; bu insanlar, bu ölüler kendi halkı değildi.20'li yaşlarında armasında aslan olan bir çocuk gördü elinde ince uçlu kıvrımlı, küt ok takılan bir arbalet vardı. Sımsıkı sarılmıştı sanki saldırmaya imkan bulamamıştı. Ama bu arbaleti tanıyordu. Bu çocuk bu silahı nasıl almış olabilirdi Kışyarı'nda Demirci Jenks'in elinden çıkma bir silahtı bu. Hemen yanında elinde Baratheon sancağı olan ağaca yaşlanmış biri daha vardı. Bu asker daha sıkı giyinmişti üzerinde post vardı ama donarak öldüğü her halinden belliydi. Burada bir mücadele olmuştu ama sadece o hayatta kalmıştı.
"Lannister ve Baratheon yanyana bu işte bir yanlışlık var" diye iç geçirdi. Konuşurken ağzından çıkan hava soğuğu bir kez daha günyüzüne çıkarttı. Yürümeye devam ederken Stark,Harlaw, Tyrell askerleri gördü hatta Dorne'lu bile vardı. Dornelunun tam arka tarafında gördüğü kaleyi hemen tanıdı. Burası Kara Kale'ydi ama bir Dorne'lunun Kara Kale'de ne işi olabilirdi.Kara Kalenin önündeki su buz tutmuştu. Buz'un üzerinde kendi görüntüsünü seyretmeye başladı.
"Herşeyi gözden geçirmem gerekiyor. "Farklı hanelerden bu kadar insan burada ne arıyordu ama bende onlar gibi yaralıyım ve burada uyandım. Ama neden hatırlayamıyorum? Neden..","Ben Stark Hanedanından Laey Stark,babam Kuzey Kralı Torrhen Stark'dır.20 yaşındayım ve kuzeyin varisiyim." dedi yüksek sesle. "Hafızamı kaybetmiş olamam, kardeşlerimi, Kışyarıyı, Westeros'u herşeyi hatırlıyorum ama ben buraya nasıl geldim?
Görüntüsü buzun üzerinden yansıyordu. Kısa dalgalı saçlara, gri delici gözlere ve yaşıtlarına göre yapılı bir vucuda sahipti. Kürkün'ün sol tarafına Ulu Kurt broşu iliştirilmişti. Dakikalarca düşündü, neler hatırladığını düşündü. En son hatırladığı 4 gün önceydi. Babası yanına çağırtmıştı.Odaya girince şömineden gelen sıcaklığı hatırladı bu içinin ısınmasına yetmişti.
"Otur Laey" demişti Torrhen Stark. Elinde gece nöbetçilerinin siyahıyla mühürlenmiş bir parşömen vardı. Mühür açılmıştı, babası ona doğru uzattı. "Oku"dedi. Lord Kumandan imzasıyla imzalanmıştı.Parşömende yazılanlar Laey’in koyu siyah kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Kelimeler düzgün seçilmişti ama alalacele yazıldığı belliydi.
"Baba.. Bu gerçek mi? Bu gerçek olamaz?"
Odadan koşarak çıkmıştı derhal tüm orduyu toplayıp Sur'a gitmeliydi. Hemen koşarak Üstat Pate'in yanına gitmişti. Parşömeni eline tutuşturmuştu tek kelime dahi etmeden çıkmış ve talim alanına doğru koşmuştu..
Herşey netlik kazanmaya başlıyordu. Sanırım sadece birkaç gün öncesini hatırlamıyordu. Birden gökyüzünde şimşekler çaktı, yağmur başladı. Çıkmadan önce parşömenin bir kopyasını almıştı ve onu kürkünün iç cebine koymuştu. Cebinden çıkarttı ve tekrar sesli bir biçimde okumaya başladı.
"Lord Stark,Kumandan Jon Snow'un Ak Gezenler'e karşı olan başarısını biliyorsunuzdur umarım.Artık hiçbirşey ifade edilmiyor.Boruyu bulmuşlar..
Sur yıkıldı , Westeros yok olma tehditiyle karşı karşıya.Lütfen ya.."
Yazı burada sona eriyordu..
Yoksa.. Kış mı gelmişti?
İlk amatör yazımı paylaşmak istedim, fikirleriniz benim için değerli :)
Ani bir irkilmeyle uyandı. Yüzüne vuran keskin rüzgarın soğukluğunu iliklerine kadar hissedebiliyordu. Sakalı ve bıyığı buz tutmuştu, kıpırdayamıyordu.
"Uyumamalıyım, uyumamalıyım yoksa donarım.." dedi kendi kendine.
Doğrulmaya çalıştı fakat sanki bir el onu toprağa doğru çekiyordu. Kolları ve bacağında baskı vardı, damarlarında akan kanın sıcaklığını hissedebiliyordu. Sol bacağını karın boşluğuna doğru çekmeye çabaladı.
Aniden "Ahhhhhh...." diye bağırdı.
Yaptığı hatanın farkına varıp hemen elini ağzına bastırdı. Bağırmamalıydı, yoksa onu bu hale getirenler geri gelebilirdi.Çabaladı,çabaladı.. ama uyku galip geldi. Gözlerini yumdu..
Göz kapaklarını araladı, gün aydınlanmıştı. Güneş ışığından faydalanması gerekiyordu ve şu an yapabileceği tek şey ayağa kalkıp saklanabileceği bir yer bulmaktı. Ayağa kalkmaya çabaladı, ilk denemesinde sol bacağının olduğu tarafa doğru yuvarlandı. İkinci denemesinde sağ dizinin üzerine baskı yaparak doğruldu.
Kafasını kaldırdı; "Hala rüyada olmalıyım,bu gerçek olamaz.".
Metrelerce uzun, kilometrelerce uzaktan görülebilen Mimar Brandon'un inşa ettiği Sur ikiye bölünmüştü. Sur’un sol tarafına doğru bir eğim vardı sanki ikiye ayrılmakla kalmayacak yerle bir olacakmış gibi bir izlenim veriyordu. Yaşlı dadısı o küçükkken hep ona Sur'u anlatırdı. Büyük büyük amcası Jon Kar'ın Lord Kumandanlık yaptığı yılları anlatırdı. Sur'un ağladığını görmüştü ama bu gerçek olamazdı. Sur onun içinde hep merak uyandırmıştı hakkında onlarca kitap bitirmişti. Orası kışın geleceği yerdi. Yıkılmış olamazdı..
"Bunlar gerçek olamaz.. Rüyadayım ben.." dedi mırıldanarak, "Yaşayan birisi var mı" diye bağırdı. Belki bu bir hataydı, yaşayan biri varsa eğer yardım etmeliydi.
Topallayarak cesetlerin arasında yürümeye başladı. Dişleri birbirine vururken çıkarttığı sesler on metreden duyulabilirdi. İçinde bir titreme hissetti gördüşü şey Sur kadar ilginçti; bu insanlar, bu ölüler kendi halkı değildi.20'li yaşlarında armasında aslan olan bir çocuk gördü elinde ince uçlu kıvrımlı, küt ok takılan bir arbalet vardı. Sımsıkı sarılmıştı sanki saldırmaya imkan bulamamıştı. Ama bu arbaleti tanıyordu. Bu çocuk bu silahı nasıl almış olabilirdi Kışyarı'nda Demirci Jenks'in elinden çıkma bir silahtı bu. Hemen yanında elinde Baratheon sancağı olan ağaca yaşlanmış biri daha vardı. Bu asker daha sıkı giyinmişti üzerinde post vardı ama donarak öldüğü her halinden belliydi. Burada bir mücadele olmuştu ama sadece o hayatta kalmıştı.
"Lannister ve Baratheon yanyana bu işte bir yanlışlık var" diye iç geçirdi. Konuşurken ağzından çıkan hava soğuğu bir kez daha günyüzüne çıkarttı. Yürümeye devam ederken Stark,Harlaw, Tyrell askerleri gördü hatta Dorne'lu bile vardı. Dornelunun tam arka tarafında gördüğü kaleyi hemen tanıdı. Burası Kara Kale'ydi ama bir Dorne'lunun Kara Kale'de ne işi olabilirdi.Kara Kalenin önündeki su buz tutmuştu. Buz'un üzerinde kendi görüntüsünü seyretmeye başladı.
"Herşeyi gözden geçirmem gerekiyor. "Farklı hanelerden bu kadar insan burada ne arıyordu ama bende onlar gibi yaralıyım ve burada uyandım. Ama neden hatırlayamıyorum? Neden..","Ben Stark Hanedanından Laey Stark,babam Kuzey Kralı Torrhen Stark'dır.20 yaşındayım ve kuzeyin varisiyim." dedi yüksek sesle. "Hafızamı kaybetmiş olamam, kardeşlerimi, Kışyarıyı, Westeros'u herşeyi hatırlıyorum ama ben buraya nasıl geldim?
Görüntüsü buzun üzerinden yansıyordu. Kısa dalgalı saçlara, gri delici gözlere ve yaşıtlarına göre yapılı bir vucuda sahipti. Kürkün'ün sol tarafına Ulu Kurt broşu iliştirilmişti. Dakikalarca düşündü, neler hatırladığını düşündü. En son hatırladığı 4 gün önceydi. Babası yanına çağırtmıştı.Odaya girince şömineden gelen sıcaklığı hatırladı bu içinin ısınmasına yetmişti.
"Otur Laey" demişti Torrhen Stark. Elinde gece nöbetçilerinin siyahıyla mühürlenmiş bir parşömen vardı. Mühür açılmıştı, babası ona doğru uzattı. "Oku"dedi. Lord Kumandan imzasıyla imzalanmıştı.Parşömende yazılanlar Laey’in koyu siyah kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Kelimeler düzgün seçilmişti ama alalacele yazıldığı belliydi.
"Baba.. Bu gerçek mi? Bu gerçek olamaz?"
Odadan koşarak çıkmıştı derhal tüm orduyu toplayıp Sur'a gitmeliydi. Hemen koşarak Üstat Pate'in yanına gitmişti. Parşömeni eline tutuşturmuştu tek kelime dahi etmeden çıkmış ve talim alanına doğru koşmuştu..
Herşey netlik kazanmaya başlıyordu. Sanırım sadece birkaç gün öncesini hatırlamıyordu. Birden gökyüzünde şimşekler çaktı, yağmur başladı. Çıkmadan önce parşömenin bir kopyasını almıştı ve onu kürkünün iç cebine koymuştu. Cebinden çıkarttı ve tekrar sesli bir biçimde okumaya başladı.
"Lord Stark,Kumandan Jon Snow'un Ak Gezenler'e karşı olan başarısını biliyorsunuzdur umarım.Artık hiçbirşey ifade edilmiyor.Boruyu bulmuşlar..
Sur yıkıldı , Westeros yok olma tehditiyle karşı karşıya.Lütfen ya.."
Yazı burada sona eriyordu..
Yoksa.. Kış mı gelmişti?
İlk amatör yazımı paylaşmak istedim, fikirleriniz benim için değerli :)