Günün ilk ışıkları ufukta kendisini belli ediyordu. Jon her zamanki gibi üşümüş ve bitkin bir şekilde uyanmıştı. Ayağa kalkmak asla yapamayacağı bir şeymiş gibi gelse de her zamanki gibi ayağa kalkmıştı. “Karına gidiyorsun.” Bu iki kelime onu bu uzun ve zahmetli yolları yürüyebilmesi için kendisine güç veren tek şeydi. Ayağa kalkıp doğruldu ve işemesi için en uygun olan çalılığa doğru hareket etti. İşemek onda büyük bir rahatlama ve huzur sağlamıştı ve gücünü tekrar toparlamasına yardımcı oldu. Kılıç kemerini tekrar sıktı ve kafilesinin hala uyuyan beceriksiz yeşil oğlanlarına doğru yürüdü. En yakında bulunana sert bir tekme atarak bağırdı “Kalkın! Sizi beş para etmez maymunlar. Kalkın da gidelim, buradan Lennis Limanına kadar uzun bir yolumuz var.” Jon beceriksizce toplanmaya çalışan yeşil çocukları görünce işinden büyük bir memnuniyetsizlik hissediyordu. “Bu oğlanlarla ancak soyulmayı başarabiliriz.” Bu cümleyi yola çıktığından beri kim bilir kaçıncı kez kullanmaktaydı. İşi zahmetliydi. Amaçları kestikleri hayvanların kürklerini Lennis limanına götürerek orda işletip satmaktı. Jon her zaman doğu yolunu kullanıp oradan Lannis Limanına varırdı ancak işler değişmişti. Her zamanki kaptanı ticaret için özgür şehirlere gitmiş ve anlaştığı yeni kaptan ise parasını alıp başka bir şehre gitmişti. “O ayyaş kaptan bozuntusunu bir daha görürsem kılıcımı kıçına öyle bir yerleştireceğim ki değil adamları kahrolası yedileri bile onu kurtaramayacak. “ Jon ümitsiz ve öfkeyle küfür edip malları yükleyip gitmekten başka bir şey yapamamıştı. Geldiği yerde çok fazla gemi geçmezdi ve Greyjoylarla da iş yapmaya pek hevesli değildir. Greyjoy isyanından beri hiçbir Greyjoyla iş yapmamıştı. Şimdiki amacı Moat Cailinden geçip oradan da ikizlere varmak ve İkizlerden de en yakın limandan bir gemiye varmaktı ancak kafilesi tahmin ettiğinden de yavaş gidiyordu. “Beni dinleyin yeşil oğlanlar gün sonuna kadar tatmin edici bir yol almazsak belimdeki hırsız en arkada hareket eden kişiye saplayacağım.” Belindeki kılıcı göstererek, kafile yola devam etti. Hırsız, bu kılıcının adıydı. Uzun zaman önce bu ismi kendi lordu takmıştı kılıcına. Ozamanlar Jon daha 16 yaşındaydı ve babası lortlarının yanında demirciydi ancak lakabı cimri olan bir adamın en iyi kılıçları sunan adama bile acıması yoktu. Jon annesi babası ve iki kardeşiyle birlikte yaşıyordu ve açlardı bu yüzden bir gün fırıncının küflü yarım ekmeğini çalarken yakalanmış ve lort’un kale kumandanı tarafından sağ kolunun kesilmesi cezasına çarptırılmıştı. Ancak büyük bir şansla kolu kesilmeden hemen önce bir haberci gelmiş ve kuzeyin krallıkla savaşa girdiğini duyurmuştu. Jon kumandanın yetiştirdiği en iyi öğrenciydi ve lort da bunu biliyordu. Bu yüzden Jon’a teklif sundular ya savaşa gidecekti ya da kolu kesilecekti. Jon tabiî ki savaşı seçmişti ve gitmeden hemen önce babası ona bu kılıcı vermişti. Çok iyi bir çelikti hatta babası bir valryria bıçağını eritim kılıca katmıştı. Lort Jon’un elindeki kılıcı görünce “Her kılıcın bir ismi olmalıdır, seninkinin ismi de sana neden orada olduğunu hatırlatmalı. Buldum kılıcının adı bundan böyle Hırsız olsun.” Demişti. Jon geçmişin hülyasına dalmıştı. O gün kılıcın ismi kendisine hakaret olarak konmuştu ancak daha sonra Jon kılıcıyla anı yaşayışta hikayeyi farklılaştırmış ve Hırsız denmesinin nedenini pek çok ruhu bedenlerinden çaldığı için konduğunu söylemiştir. Bu küçük yalan hem itibar kazanmasını sağlamış hem de pek çok bacağın açılmasını kolaylaştırmıştı. Çok az mola verip çok yol alarak hatırı sayılır bir yol almışlardı ve bu yüzden Hırsız kabzasında kalmıştır. Akşam ateş yakılmış yiyecekler pişirilmiş, şarap kaynatılmış ve akşam yemeği bir büvet ağcının altında edilmeye başlanmıştı. Jon onların suratına bakınca aslında iyi ancak tecrübesiz gençler olduğunu görebiliyordu. Ancak bunları onlara söylemiyordu çünkü yumuşak görünmenin durumu zorlaştıracağını biliyordu. “Lort İce.” Zayıf ve uzun suratlı, gözleri yorgun bakan bir çocuk Jon’a seslenmişti. Çocuk o kadar zayıftı ki Jon onu ilk gördüğünde hasta sanıp kafileye dahil etmek istememişti ancak daha sonra diğerlerinden daha çok gayret ettiğini görmüş ve çocuğa güvenmeye başlamıştı. “Söyle Kevın.” Lord’um çocuk duraksadı ve sessizleşti. “Kevın aklından ne geçiyorsa söyle sen ne kadar çabuk söylersen ben o kadar çabuk yatar ve yeni gün için o kadar çok uyumuş olurum.” Jon’un sesinde hafif bir alay vardı ancak sertliği de görülemeyecek gibi değildi. “Lordum sizin Stark kanı taşıdığınızı söylüyorlar.” Jon tek kaşını havaya kaldırdı ve eski bir anıyı hatırlamaya çalışır gibi durdu. “Ah, Kevın böyle şeyler her kulak için uygun değildir, kimin dinleyip kimin dinlemediği bilinmez.” “Ama lordum” çocuk duraksadı ve hemen etrafına bakındı. “Burada bizden başka kimse yok.” Çocuğun titrek sesi cümlesini tamamlamıştı ve Jon diğer gözlerin de kendisinde olduğunu görmüştü. “Pekala, size istediğinizi vereceğim. Uzun zaman önce büyük büyük annemin o zamanlar bizim cimri lordun büyük büyük babasını görmeye gelen Lort Stark ve oğluyla karşılaştığı ve büyük büyük annemin oğlandan çok hoşlandığını ve o gece onunla olduğu söylenir. Ertesi gün büyük büyük annem çocuktan hamile kalmıştır. Ancak bunu çok çocuk gittikten sonra fark etmiştir. Babasının dayakları ve hakaretlerine rağmen çocuk büyümüş ve Rick Kar diye anılmış. Gri gözleri delici bir şekilde bakarmış o daha küçük yaşlarda bile. Çocuk büyüdükçe yakışıklı oluyormuş ve çok yetenekli bir kılıç ustasıymış. 20 yaşında yağmalamaya gelen bir grup Greyjoy’un karşısında durmuş ve topraklarını korumuştur. Rick kar, Rick İce diye anılmaya başlamış.” Jon çocukların gözündeki ışıltıyı görmüştü. “Hadi! Yatın işe yaramaz tembel veletler yarın çok işimiz var.” Çocuklar hemen tulumlarının içine gömülmüş ve uykuya dalmaya hazırlanmışlardı bile. Jon ateşe doğru baktı. Gri gözlerinde ateşin yansıması vardı ve düşünceli bir şekilde bakıyordu. Aklına Jon Stark olmak geçti. Kış yarında Starklardan biri olmak ve ileride kuzeyi yönetmek gerçekten böyle bir hakkı var mıydı? Bir zamanlar bunu düşündüğünü hatırladı ancak hepsinin çocukça bir hayal olduğunu hatırlayıp uykuya daldı. Ertesi gün rutinleşmiş bir şekilde önce Jon kalkmış ardından işemek için bir çalılık bulmuş ve çocuklardan en yakınındakine tekme atıp küfrederek hepsini uyandırmıştır. Çocuklar istekle kalkmış ve 3 koca arabalık malı düzenleyip dizilip yola koyulmaya hazır hale gelmişlerdir. Kevın Jon’un yanındaydı ve suratındaki ifadeden bir şey sormak istediği belliydi. Jon dünkü hikayesinin büyük bir hata olduğunu anlaması için çok beklemesine gerek kalmamıştı. Kevın ondan Robert isyanını anlatmasını istedi. Jon hikayelere aç bir grup gençle başa çıkamayacağını anladı ve bir teklif sundu eğer yeterince iyi bir şekilde yol alırlarsa Jon onlara her gece hikayelerini anlatacaktı. O gün iyi yol almışlardı ve Jon onlara bu gece Robert’ın isyanını anlatacaktı. Gençler yemeklerini yemiş ve ateşin etrafında Jon’un gözlerinin içine bakıyorlardı. “İlk olarak Stark orduysa buluşmuş ve oradan da nehir topraklarına ilerlemiştik.” Jon hikayeyi kafasında toparlamaya ve elinden geldiğince iyi bir hikaye çıkartmayı denemektedir. “Oradan Robertın bulunduğu Stoney Sept’e yol aldık ve orada ilk kez düşmanla yüz yüze gelmiştim.” Derin bir nefes alıp verdikten sonra “Düşmanlarla yüzleştik biz gerilerdeydik meydana inmekte geciktik ben o sırada savaşı izliyor ve pantolonumu ıslatıyordum.” Çocuklardan hafif bir gülme sesi çıktı ancak geldiği gibi gitti. Jon devam etti. “Düşmanla karşı karşıya geldiğimde dondum ve hiçbir şey yapamadım. Ancak kendime geldiğimde kılıcımı adamın kafasına geçirmiştim. Sıcakkan üstüme sıçramıştı ve adamın hala yaşadığını görmem beni panik etmeme neden olmuştu.” İki elini de yukarı kaldırıp bir şey tutuyormuş gibi yaptı. “Daha sonra kılıcımı adamın kafasından çıkardım ve bir kes daha sapladım ve bir daha ve bir daha.” Her bir daha değişinde Jon ellerini sanki adam ordaymış ve aynı sahneyi yaşıyormuş gibi canlandırıyordu. Çocukların gözündeki korkuyu görmüştü. “O gün ilk adamımı öldürdüm. Her yerin sıcakkan olmuştu ve kılıcımdan kan ve beğin parçalarına bulanmıştı. Adamın kafası ise ortan ikiye çenesine kadar yarılmıştı.” Çocukların korkusu Jon’u tatmin etmişti. “İşte yeşil oğlanlar ilk adamımı böyle öldürdüm ve o gün bir şey öğrendim. Savaş asla kahramanlık yeri değil. Savaşın içinde sadece kıyıma şahit olursunuz.” Çocuklar bir hikayeyi daha kaldıramayacak gibi görünüyordu. Bu da Jon’u mutlu etmişti böylelikle daha erken uyuyacaktı. Her zamanki sabah rutininden sonra yola devam edilmişti. Gençlerin ağzını bıçak açmıyor ve Jon’un her istediğini anında yerine getiriyorlardı. Hatta çamura girmiş tekerlekleri bile bir çırpıda çıkartıyorlardı. Frey geçitlerine iki günlük yolla kalmıştı. O gece çocuklar yine hikaye isteyince Jon şaşırmıştı. Geçen geceki hikayenin yeşil oğlanların aklını başına getirdiğini sanmıştı. Kısa boylu ve dağınık saçlı bir çocuk istekle bağırıyordu. Jon pes etmişti. Üç mızrak savaşını anlatmaya başladı. O gün ne kadar savaştığını ve önüne gelen her adamı iri yarı olsalar bile nasıl öldürdüğünü anlattı. “İşte o an görmüştüm. Robert ve Rhaegar’ın efsanevi mücadelesini. Robet çekicini öyle sert sallamıştı ki prensin zırhındaki yakutlar parçalanmış ve suya düşmüştü bazı adamlar yakutların peşine düşmüştü ben de onlardan biriydim ve bir yakut almayı başardım. “ Çocuklar heyecanla dinlemeye devam ediyorlardı hikayesinin ne kadar vahşi ve korkunç olduğunun farkında olsalar bile. “O gece kendimi bir fatih gibi hissetmiştim. Her şeyi yenecek her şeyi yapacak bir kahraman gibi. Daha sonra biz kralın şehrine varmadan Lannisterlar girdi ve orayı talan etti. Sayısız kadına tecavüz etmişleri ve bir o kadar da erkeği katletmişlerdi. Bu gece bu kadar yeter.” Ondan sonraki gece hikaye anlatmadı diğer gün ise İkizlerden geçtiler. Jon kartal burnundan bir gemi bulmayı umut ediyordu. Çocuklar yol boyu iyi dayanmışlardı ve Jon kendince bir ödül hak ettiklerini düşündü. O gece özgür şehirlere yaptığı yolu anlattı. Braavos ardından Pentosa gidişi daha sonra Dothrak bozkırlarında at sürüşünü anlattı. Daha sonra geri dönüp Greyjoy isyanında aldığı rolü ve lord ilan edilişiyle lordunun kendisine bıraktığı boktan değirmeni. O gece çocukları iyi eğlendirmişti. Ancak Jon yalan söylemişti. Amacı üç dişli mızrakta lorduna ihanet eden ve neredeyse öldürecek olan kale kumandanı kralın şehrine ilerlemeden önce tutuklanmıştı ancak geri döndüklerinde adam kaçmıştı kral da intikam istiyordu bu yüzden kendisine kafasını getirene toprak vaat etmişti. Bu yüzden Jon da dahil on iki kişi kaçak kumandanı özgür şehirlerde aramaya gitmişti. Önce Braavos ardından Pentos. İzlerine ulaşamamışlardı. Daha sonra parasızlıktan İkinci oğullara katılmışlardı. Ancak ikinci oğullar bir iş almış ve savaşmak zorunda kalmışlardı. 12 kişiden sadece 3’ü hayatta kalmıştı. Dothraki bozkırlarında Dothrakilerle bir süre at koşturmuş ardından adamlarının Volantis civarında olduğunu öğrenince yola koyulmuşlardı. Adamı bulduklarında az biraz çevre edinmişti yine de onu öldürmüşlerdi. Ancak biri ölmüş diğeri de ağır yaralanmıştı. Jon adamın kafasını kesip çuvala atmıştı gemiyle Pentosa gideceklerdi ancak yaralı arkadaşı yolda ölmüştü. Pentostan sonra Braavos’a geri dönmüş ve orada kızıl bir rahibeyle karşılaşmıştır. Kendisine ölümün kolcusu olduğunu ve hayatının ölüm ve mücadele içinde geçeceğini sürekli huzurun peşinde olup asla bulamayacağını huzuru ölümle birlikte ateşte bulacağını söyler. 6 yıllık gurbetten sonra geri dönen Jon Greyjoy isyanını bastırmak için tekrar savaşa gitmek zorunda kalır. Ancak sonunda istediklerini elde etmişti. Lorddan toprak temin etmiş. Lannister limanında güzeller güzeli bir tüccarın kızıyla evlenmiştir. Lannister limanına yerleşmiş. Kuzeydeki topraklarını kardeşlerine bırakmış 4 ayda bir geri dönüp iyi hayvanları kesip kürklerini Lannister limanına götürüp orada satmaya başlamıştır. Ne olursa olsun kızıl rahibenin sözlerini unutmamıştır. Jon handaki söylentileri duymuştu. Lannisterlar Tully topraklarına ilerliyordu. Bu durum onda korku ve panik uyandırıyordu. Oğlu ve karısı ne yapıyordu, onları bir daha görebilecek miydi? Han’ın dışından bir ses yükseldi bu bir savaş borusuydu. Sarı zemin üstüne 3 köpek armalı bayrak Lannister sancağının altında gözle görülür bir şekilde dalgalanıyordu. “Köpekler geldi.” Büyük bir kıyım olmuştu. Yanındaki on çocuk ya kaybolmuştu ya da öldürülmüştü. Ahır ve 3 araba dolusu kürk yanmıştı. O gün hırsız kaç köpeğin canını almıştı Jon sayısını hatırlamıyor ama tek bildiği şey kanın tadını bir kez daha almıştı ve bu daha başlangıçtı.
İnşallah beğenirsiniz biraz uzun ve kuru kalmış olabilir aklıma geldi ve paylaşayım dedim. Okuduğunuz için teşekkürler
İnşallah beğenirsiniz biraz uzun ve kuru kalmış olabilir aklıma geldi ve paylaşayım dedim. Okuduğunuz için teşekkürler