Öncelikle bu bölümün sadece ilk kısmıdır, henüz bölüm tamamlanmadı. Sadece bir kısmını yayınlıyorum. Görüşlerinizi bildirirseniz çok müteşekkir olurum, kesinlikle görüşlerinizi dikkate alacağım.
[center]Giriş[/center]
Ethult elindeki notlarıyla vaazların yapıldığı Tanrı Evi’nin geniş salonuna girdi. Bugün fazlasıyla heyecanlıydı Ethult çünkü birkaç gün önce Baş Rahip olmuştu. Bundan sonra ayda bir yapılan büyük vaazları hep o sunacaktı, Tanrı Evi’nin idaresinden artık o sorumluydu. Baş Rahip olduktan sonra insanların karşısına ilk defa bugün çıkacaktı. Görevini fazlasıyla iyi yapacaktı, tanrıların ona ısmarladığı bu görevi son nefesine kadar doğru bir şekilde sürdürecekti. Bu büyük bir onur! Tanrılar, bana karşı çok cömert davrandılar.
Küçük bir çocukken Tanrı Evi’ne bırakılmıştı Ethult. Önce okuma yazma öğrenmiş, ardından din ve bilim dersleri almıştı. Eğitim süreci çok zor geçmişti Ethult için; ailesini özlediği, onlara geri dönmeyi düşündüğü zamanlar olmuştu; oyun oynayan şehirli çocukların arasına karışıp eğlenmek istediği günler olmuştu ancak bütün istek ve arzularından bir şekilde sıyrılmış, eğitimini tamamlayıp bir rahip olmuştu. Şimdi de Baş Rahip oldum. Bunun için çok çalıştım, çok emek verdim.
Ethult, ellisini geçmiş olmasına rağmen yaşıtlarından daha genç gösteriyordu. Beyazlamaya ve önden hafifçe dökülmeye başlamış olan saçları dışında yaşlılığını gösteren herhangi bir emare yoktu. Yüzünde hiç kırışıklık çıkmamıştı, cildinde ise buruşmalar yok sayılacak kadar azdı. Bedeni ve ruhu ile birlikte kendini tanrılara adamış olan Ethult’un sıhhatli ve dinç oluşu çokta garipsenemezdi aslında, neticede o Tanrı Evi’nin sadık bir hizmetkârıydı, tanrıların onu ödüllendirmiş olması anormal bir durum sayılamazdı.
Tanrı Evi, Izak Krallığı’nda her şehirde mutlaka bulunan büyük ibadethanelerdi. Daha küçük yerleşim birimleri olan kalelerde ise Tanrı Evi’ne oranla çok daha küçük ibadethaneler bulunurdu ama yine de bazı kalelerde Tanrı Evi’ne rastlamak imkânsız değildi. Ethult’un içinde görevli olduğu Astafro’daki Tanrı Evi, ülkedeki en büyük yapılardan biriydi, Rahip Kral Veamer’in saltanatı zamanında inşa edilmişti. Hikâyeye göre Kral Veamer, bir savaşta ağır yaralanmış ve derin bir uykuya dalmıştı. Hatta ona ölü gözüyle bakılmıştı ancak Veamer bir sabah gözlerini aniden açmış, çok geçmeden de gücünü tekrar toplamıştı. Veamer uyandıktan sonra olduğundan farklı bir krala dönüşmüştü; anlatılanlara göre Kral Veamer, önceden büyük bir günahkâr olduğunu iddia etmiş ve günahlarının telafisini ise bundan sonra tanrılara hizmet ederek ödeyeceğini ilan etmişti. Astafro’daki Tanrı Evi’nin inşası da işte bu yıllarda gerçekleşmişti. Tanrılar ona merhamet etsin. Bu ülkenin gördüğü en büyük krallardan biriydi.
Tanrı Evi, şehrin merkezinde yer alan çok geniş bir alan üzerine kurulmuştu. Tanrı Evi, yapısal olarak üç ana bölüme bölünmüştü: İbadetlerin yapıldığı, Tanrı Evi’nin idaresinin yürütüldüğü ibadethane; rahiplerin ve rahibelerin barınak olarak kullandıkları hizmetkâr evleri; rahiplerin dinlendiği, ziyaretçilerin gezmekte serbest oldukları geniş bahçe…
Tanrı Evi’nin ana binası olan ibadethane gri renkli tuğlalardan inşa edilmişti. Binanın giriş kapısının üzerine Zoimk Sembolü çizilmişti. Zoimk Sembolü, içi küçük hilallerle dolu bir yarım çemberden oluşuyordu. Çemberin etrafını ise gözyaşı damlaları sarmıştı. Bu sembol Kadofit dininin kurucusu sayılan Lourth Peroce tarafından çizilmişti.
İbadethane Tanrı Evi’nin ana binasıydı; vaaz salonu, Baş Rahip odası, kütüphane, oruç odaları gibi Tanrı Evi’nin önemli kısımlarını içinde barındırıyordu. Hizmetkâr evleri ise rahipler ve rahibeler için ayrı olarak inşa edilmiş büyük evlerdi; yemekhane, çalışma odaları ve yatakhaneler bu evlerin içinde bulunurdu. Tanrı Evi’nin bütün görevlileri bu evlerde kalırdı. İbadethane büyük bahçenin ortasında konumlanmıştı, hizmetkâr evleri ise bahçenin köşe uçlarına kurulmuştu. Bahçenin kalan kısımları ise usta bahçıvanların elinden geçtiğini haykırır şekilde fazlasıyla düzenli, güzel ve huzur doluydu; daha kısa ifade etmek gerekirse büyüleyiciydi. Bahçenin büyüleyiciliği tüm Astafro’da bilinirdi, kral bile ayda birkaç kez bahçeye huzur bulmaya gelirdi.
Bahçede gülden lalesine kadar her türlü çiçeği bulmak mümkündü. Güller soylu görünüşleriyle dikkatleri üzerine çeker fakat onları koparmaya heves edecekleri de dikenleriyle hemencecik tehdit ederlerdi. Laleler renk renk desenleriyle bahçenin dört bir yanına yayılmışlardı, öyle ki lalelerin arasında yürüyen biri kendini bir renk cümbüşünün içinde buluverirdi. Bahçenin meyve ağaçlarıyla dolu kısmında ise mevsimine göre elma, armut, şeftali, portakal olurdu, ağaçlara zarar verilmemesi şartıyla insanların bu meyvelerden yemeleri yasak değildi. Bahçenin başka bir kısmı ise çam, kozalak gibi süs ağaçlarına ve insanların, üzerine uzanabileceği çimenlik alana ayrılmıştı. Orada, çimenliklerin üzerinde uzanıp başını yaşlı bir ağacın, toprağın üzerindeki kalın köklerine yaslayıp yeşil yaprakların arkasında gizlenen gökyüzünü izlemek gibi huzur veren başka bir şey düşünemezdi Ethult; yeşil ile mavinin sonsuz uyumu muhteşemdi. Ama her şeye rağmen Ethult’un bahçede gezmeyi en çok sevdiği kısım Kahramanlar Meydanı’ydı. Kahramanlar Meydanı, tarih boyunca ülkesi ve dini için savaşmış ünlü kahramanların, rahiplerin ve rahibelerin heykelleriyle dolu geniş bir meydandı. Bu meydanın etrafını yüksek duvarlar, onların da etrafını uzun ve görkemli ağaçlar çevrelemişti. Meydan boyunca duvarlara yaslanmış bu kahramanların heykellerine bakmak Ethult’un içine cesaret ve ilham verir; yüreğinin dini bir huzurla dolmasını sağlardı. Kendi heykelinin de burada yer alması için canını dahi verebilirdi Ethult.
Tanrı Evi’nin batı tarafında, yaklaşık olarak dört yüz metre kadar ilerde krallık sarayı vardı, o bölgedeki arazinin büyük bölümünü bu saray kaplamıştı. Sarayın çevresini ise soyluların, şehrin zenginlerinin ve emekli olmuş bazı devlet adamlarının köşkleri sarmıştı. Kuşkusuz Astafro’nun en görkemli kısmı burasıydı fakat şehrin doğu yakasında bulunan turnuva alanı çok daha fazla ilgi çekici bulunurdu halk tarafından. Tanrı Evi’nin batısı ile turnuva alanının doğusunda kalan, şehrin ortalarında bir yerde ise askeri kışlalar bulunurdu. Askeri kışlalar, Tanrı Evi’ne oldukça yakındı, bu da Tanrı Evi’nin güvenliğinin oldukça yüksek olmasını sağlıyordu. Askeri kışlanın Etrafını sarmış olan alt tabakadan insanların evleri düzensiz bir görüntüye sebebiyet vermişti ancak yine de şehrin, zengin olan batı tarafı hariç, en temiz ve en derli toplu bölgesi olduğu da su götürmez bir gerçekti.
Ethult içeri girdiğinde gördüğü ilk manzara sıraları doldurmuş olan insan seliydi. Vaaz salonu tıklım tıklımdı. Büyük vaazı dinlemek için gelmiş insanlar sıraları doldurmuşlardı. Sıralardaki insanlar kendi aralarında fısıldaşıyor, yeni Baş Rahip hakkında birbirlerine sorular soruyorlardı.
İçerdeki bütün insanlar Ethult’un içeri girmesiyle bakışlarını ona yönlendirdi. Ethult’u meraklı gözlerle süzmeye başladılar, besbelli ki onu tanımaya çalışıyorlardı. Bir rahibin halk tarafından tanınmaması acı bir durumdu ama halk çokta haksız sayılamazdı aslında. Ethult, Baş Rahip olmadan önce halkın içine çok ender durumlarda çıkardı ama bu durum kazandığı bu yeni makamla birlikte değişecekti.
Vaazı dinlemek için gelmiş olan insanları başıyla selamlayarak yürümeye devam etti Ethult. Sıraların sonunda zeminden yüksek bir yerde rahipler için ayrılmış olan bir bölge vardı, Ethult adımlarını sıklaştırarak oraya yöneldi. O sırada salon görevlileri yapılacak vaaz için hazırlık yapıyorlardı. Ethult’un vaaz sırasında kullanacağı eşyalar uygun yerlere yerleştiriliyor, salona yeni gelen insanlar boş sıralara yönlendiriliyordu.
Ethult basamakları adımlayarak vaaz için ayrılmış olan bölgeye çıktı. Hizmetliler, işlerini bırakarak Baş Rahip’i selamladılar.
“Her şey hazır mı?” diye sordu Ethult, Seymon’a. Vaazın bir an önce gerçekleşmesini istiyordu, o kadar heyecanlıydı ki… Geçen her saniye ona işkence gibi geliyordu.
“Evet, hazır!” dedi Seymon. “Salonun tamamen dolmasını bekliyoruz, Baş Rahip!” Vaaz salonunda görevli hizmetlilerin başı olan Seymon kısa ve şişman bir adamdı. Yaşlanmaya başladığı için grileşmeye başlamış olan gür sakalları tüm yüzünü kaplamıştı. Sakalı her ne kadar gür olsa da saçları için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi çünkü saçları, başının ortasını kel bırakacak şekilde dökülmüştü. Kalan saçları da beyazlamaya başlamış hatta onlar da yer yer dökülmeye yüz tutmuştu.
“Pekâlâ! Halka Baş Rahip’in değiştiği duyuruldu mu?” diye sordu. Onu izleyen meraklı bakışları hatırlayarak rahatsızca kıpırdandı.
“Evet, haberleri var. Salon tamamen dolunca vaazdan hemen önce tekrar açıklanacak Baş Rahip!” dedi Seymon.
Ethult yeni bir şey sormaya hazırlanıyordu ki yanlarına başka bir hizmetli daha geldi. “Efendim!” dedi. “Prens Lfesto sizinle bir şey görüşecekmiş. Onu odanıza aldık, sizi bekliyor.” Prens Lfesto, Kral Heaftrold’un kardeşiydi. En son Asi Bellac’ın üzerine yürümüştü. Şimdi belli ki Astafro’ya geri dönmüştü ama Baş Rahip ile konuşacak neyi vardı ki?
[center]Giriş[/center]
Ethult elindeki notlarıyla vaazların yapıldığı Tanrı Evi’nin geniş salonuna girdi. Bugün fazlasıyla heyecanlıydı Ethult çünkü birkaç gün önce Baş Rahip olmuştu. Bundan sonra ayda bir yapılan büyük vaazları hep o sunacaktı, Tanrı Evi’nin idaresinden artık o sorumluydu. Baş Rahip olduktan sonra insanların karşısına ilk defa bugün çıkacaktı. Görevini fazlasıyla iyi yapacaktı, tanrıların ona ısmarladığı bu görevi son nefesine kadar doğru bir şekilde sürdürecekti. Bu büyük bir onur! Tanrılar, bana karşı çok cömert davrandılar.
Küçük bir çocukken Tanrı Evi’ne bırakılmıştı Ethult. Önce okuma yazma öğrenmiş, ardından din ve bilim dersleri almıştı. Eğitim süreci çok zor geçmişti Ethult için; ailesini özlediği, onlara geri dönmeyi düşündüğü zamanlar olmuştu; oyun oynayan şehirli çocukların arasına karışıp eğlenmek istediği günler olmuştu ancak bütün istek ve arzularından bir şekilde sıyrılmış, eğitimini tamamlayıp bir rahip olmuştu. Şimdi de Baş Rahip oldum. Bunun için çok çalıştım, çok emek verdim.
Ethult, ellisini geçmiş olmasına rağmen yaşıtlarından daha genç gösteriyordu. Beyazlamaya ve önden hafifçe dökülmeye başlamış olan saçları dışında yaşlılığını gösteren herhangi bir emare yoktu. Yüzünde hiç kırışıklık çıkmamıştı, cildinde ise buruşmalar yok sayılacak kadar azdı. Bedeni ve ruhu ile birlikte kendini tanrılara adamış olan Ethult’un sıhhatli ve dinç oluşu çokta garipsenemezdi aslında, neticede o Tanrı Evi’nin sadık bir hizmetkârıydı, tanrıların onu ödüllendirmiş olması anormal bir durum sayılamazdı.
Tanrı Evi, Izak Krallığı’nda her şehirde mutlaka bulunan büyük ibadethanelerdi. Daha küçük yerleşim birimleri olan kalelerde ise Tanrı Evi’ne oranla çok daha küçük ibadethaneler bulunurdu ama yine de bazı kalelerde Tanrı Evi’ne rastlamak imkânsız değildi. Ethult’un içinde görevli olduğu Astafro’daki Tanrı Evi, ülkedeki en büyük yapılardan biriydi, Rahip Kral Veamer’in saltanatı zamanında inşa edilmişti. Hikâyeye göre Kral Veamer, bir savaşta ağır yaralanmış ve derin bir uykuya dalmıştı. Hatta ona ölü gözüyle bakılmıştı ancak Veamer bir sabah gözlerini aniden açmış, çok geçmeden de gücünü tekrar toplamıştı. Veamer uyandıktan sonra olduğundan farklı bir krala dönüşmüştü; anlatılanlara göre Kral Veamer, önceden büyük bir günahkâr olduğunu iddia etmiş ve günahlarının telafisini ise bundan sonra tanrılara hizmet ederek ödeyeceğini ilan etmişti. Astafro’daki Tanrı Evi’nin inşası da işte bu yıllarda gerçekleşmişti. Tanrılar ona merhamet etsin. Bu ülkenin gördüğü en büyük krallardan biriydi.
Tanrı Evi, şehrin merkezinde yer alan çok geniş bir alan üzerine kurulmuştu. Tanrı Evi, yapısal olarak üç ana bölüme bölünmüştü: İbadetlerin yapıldığı, Tanrı Evi’nin idaresinin yürütüldüğü ibadethane; rahiplerin ve rahibelerin barınak olarak kullandıkları hizmetkâr evleri; rahiplerin dinlendiği, ziyaretçilerin gezmekte serbest oldukları geniş bahçe…
Tanrı Evi’nin ana binası olan ibadethane gri renkli tuğlalardan inşa edilmişti. Binanın giriş kapısının üzerine Zoimk Sembolü çizilmişti. Zoimk Sembolü, içi küçük hilallerle dolu bir yarım çemberden oluşuyordu. Çemberin etrafını ise gözyaşı damlaları sarmıştı. Bu sembol Kadofit dininin kurucusu sayılan Lourth Peroce tarafından çizilmişti.
İbadethane Tanrı Evi’nin ana binasıydı; vaaz salonu, Baş Rahip odası, kütüphane, oruç odaları gibi Tanrı Evi’nin önemli kısımlarını içinde barındırıyordu. Hizmetkâr evleri ise rahipler ve rahibeler için ayrı olarak inşa edilmiş büyük evlerdi; yemekhane, çalışma odaları ve yatakhaneler bu evlerin içinde bulunurdu. Tanrı Evi’nin bütün görevlileri bu evlerde kalırdı. İbadethane büyük bahçenin ortasında konumlanmıştı, hizmetkâr evleri ise bahçenin köşe uçlarına kurulmuştu. Bahçenin kalan kısımları ise usta bahçıvanların elinden geçtiğini haykırır şekilde fazlasıyla düzenli, güzel ve huzur doluydu; daha kısa ifade etmek gerekirse büyüleyiciydi. Bahçenin büyüleyiciliği tüm Astafro’da bilinirdi, kral bile ayda birkaç kez bahçeye huzur bulmaya gelirdi.
Bahçede gülden lalesine kadar her türlü çiçeği bulmak mümkündü. Güller soylu görünüşleriyle dikkatleri üzerine çeker fakat onları koparmaya heves edecekleri de dikenleriyle hemencecik tehdit ederlerdi. Laleler renk renk desenleriyle bahçenin dört bir yanına yayılmışlardı, öyle ki lalelerin arasında yürüyen biri kendini bir renk cümbüşünün içinde buluverirdi. Bahçenin meyve ağaçlarıyla dolu kısmında ise mevsimine göre elma, armut, şeftali, portakal olurdu, ağaçlara zarar verilmemesi şartıyla insanların bu meyvelerden yemeleri yasak değildi. Bahçenin başka bir kısmı ise çam, kozalak gibi süs ağaçlarına ve insanların, üzerine uzanabileceği çimenlik alana ayrılmıştı. Orada, çimenliklerin üzerinde uzanıp başını yaşlı bir ağacın, toprağın üzerindeki kalın köklerine yaslayıp yeşil yaprakların arkasında gizlenen gökyüzünü izlemek gibi huzur veren başka bir şey düşünemezdi Ethult; yeşil ile mavinin sonsuz uyumu muhteşemdi. Ama her şeye rağmen Ethult’un bahçede gezmeyi en çok sevdiği kısım Kahramanlar Meydanı’ydı. Kahramanlar Meydanı, tarih boyunca ülkesi ve dini için savaşmış ünlü kahramanların, rahiplerin ve rahibelerin heykelleriyle dolu geniş bir meydandı. Bu meydanın etrafını yüksek duvarlar, onların da etrafını uzun ve görkemli ağaçlar çevrelemişti. Meydan boyunca duvarlara yaslanmış bu kahramanların heykellerine bakmak Ethult’un içine cesaret ve ilham verir; yüreğinin dini bir huzurla dolmasını sağlardı. Kendi heykelinin de burada yer alması için canını dahi verebilirdi Ethult.
Tanrı Evi’nin batı tarafında, yaklaşık olarak dört yüz metre kadar ilerde krallık sarayı vardı, o bölgedeki arazinin büyük bölümünü bu saray kaplamıştı. Sarayın çevresini ise soyluların, şehrin zenginlerinin ve emekli olmuş bazı devlet adamlarının köşkleri sarmıştı. Kuşkusuz Astafro’nun en görkemli kısmı burasıydı fakat şehrin doğu yakasında bulunan turnuva alanı çok daha fazla ilgi çekici bulunurdu halk tarafından. Tanrı Evi’nin batısı ile turnuva alanının doğusunda kalan, şehrin ortalarında bir yerde ise askeri kışlalar bulunurdu. Askeri kışlalar, Tanrı Evi’ne oldukça yakındı, bu da Tanrı Evi’nin güvenliğinin oldukça yüksek olmasını sağlıyordu. Askeri kışlanın Etrafını sarmış olan alt tabakadan insanların evleri düzensiz bir görüntüye sebebiyet vermişti ancak yine de şehrin, zengin olan batı tarafı hariç, en temiz ve en derli toplu bölgesi olduğu da su götürmez bir gerçekti.
Ethult içeri girdiğinde gördüğü ilk manzara sıraları doldurmuş olan insan seliydi. Vaaz salonu tıklım tıklımdı. Büyük vaazı dinlemek için gelmiş insanlar sıraları doldurmuşlardı. Sıralardaki insanlar kendi aralarında fısıldaşıyor, yeni Baş Rahip hakkında birbirlerine sorular soruyorlardı.
İçerdeki bütün insanlar Ethult’un içeri girmesiyle bakışlarını ona yönlendirdi. Ethult’u meraklı gözlerle süzmeye başladılar, besbelli ki onu tanımaya çalışıyorlardı. Bir rahibin halk tarafından tanınmaması acı bir durumdu ama halk çokta haksız sayılamazdı aslında. Ethult, Baş Rahip olmadan önce halkın içine çok ender durumlarda çıkardı ama bu durum kazandığı bu yeni makamla birlikte değişecekti.
Vaazı dinlemek için gelmiş olan insanları başıyla selamlayarak yürümeye devam etti Ethult. Sıraların sonunda zeminden yüksek bir yerde rahipler için ayrılmış olan bir bölge vardı, Ethult adımlarını sıklaştırarak oraya yöneldi. O sırada salon görevlileri yapılacak vaaz için hazırlık yapıyorlardı. Ethult’un vaaz sırasında kullanacağı eşyalar uygun yerlere yerleştiriliyor, salona yeni gelen insanlar boş sıralara yönlendiriliyordu.
Ethult basamakları adımlayarak vaaz için ayrılmış olan bölgeye çıktı. Hizmetliler, işlerini bırakarak Baş Rahip’i selamladılar.
“Her şey hazır mı?” diye sordu Ethult, Seymon’a. Vaazın bir an önce gerçekleşmesini istiyordu, o kadar heyecanlıydı ki… Geçen her saniye ona işkence gibi geliyordu.
“Evet, hazır!” dedi Seymon. “Salonun tamamen dolmasını bekliyoruz, Baş Rahip!” Vaaz salonunda görevli hizmetlilerin başı olan Seymon kısa ve şişman bir adamdı. Yaşlanmaya başladığı için grileşmeye başlamış olan gür sakalları tüm yüzünü kaplamıştı. Sakalı her ne kadar gür olsa da saçları için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi çünkü saçları, başının ortasını kel bırakacak şekilde dökülmüştü. Kalan saçları da beyazlamaya başlamış hatta onlar da yer yer dökülmeye yüz tutmuştu.
“Pekâlâ! Halka Baş Rahip’in değiştiği duyuruldu mu?” diye sordu. Onu izleyen meraklı bakışları hatırlayarak rahatsızca kıpırdandı.
“Evet, haberleri var. Salon tamamen dolunca vaazdan hemen önce tekrar açıklanacak Baş Rahip!” dedi Seymon.
Ethult yeni bir şey sormaya hazırlanıyordu ki yanlarına başka bir hizmetli daha geldi. “Efendim!” dedi. “Prens Lfesto sizinle bir şey görüşecekmiş. Onu odanıza aldık, sizi bekliyor.” Prens Lfesto, Kral Heaftrold’un kardeşiydi. En son Asi Bellac’ın üzerine yürümüştü. Şimdi belli ki Astafro’ya geri dönmüştü ama Baş Rahip ile konuşacak neyi vardı ki?