Merhaba arkadaşlar. 7-8 yıllık yazarlık hayatım boyunca ilk kez bir hikayeme onu yayınlayacak kadar güveniyorum. 4 bölümlük bir seri oluşturdum arkadaşımla. Biraz uun gelebilir ama umarım sıkılmadan okursunuz. Ve umarım vaktinizi boşa harcadığınızı düşündürmez :D Herkese iyi okumalar kolay gelsin :)
Güneşi Aydınlatan Şehir
Küçük çocuk pencereden aşağıya bakıyordu. Uçakları yeni kalkmış, oturdukları şehrin üstünden geçiyordu. Dünyanın en büyük metropolünde yaşıyorlardı. Light City derlerdi bu şehrin adına. 8 yaşındaki çocuk bunun nedenini şu an anlıyordu. Şehir ışıl ışıldı. Annesinin anlattığına göre uzaydan bakıldığında diğer tüm şehirlerden daha parlak görünürmüş ve adını da bundan alıyormuş. Ama onun için bu şehrin farkı parıltısı değildi. Bu şehri böyle parlatan şey onu karanlıktan koruyan adamlardı. Tam bunu düşünürken şehrin sokaklarından birinde polis ışıklarını fark etti. Gözleri irileşti ve annesine dönüp "Anne, bak polisler! Birazdan onlar da gelecek. Sence Eagle uçağın yanından geçer mi?" diye sordu. Annesinin kafası bulanıktı. Eşiyle işler yolunda gitmiyordu. Şu an oğluyla birlikte annesinin yanına bu yüzden gidiyorlardı. Yine de yüzünde bir gülümseme kondurdu ve "Gözlerini pencereden ayırmamalısın. O bu uçaktan daha hızlıdır" dedi. Çocuk korkuyla dönüp pencereye tekrar yapıştı. Kadının gülümsemesi yüzünden silinmiyordu. Biricik oğlunun düşen oyuncağını yerden aldı ve kucağına bıraktı. Çocuk tekrar baktığında polis ışıkları yoktu. Döndü ve annesine hayal kırıklığıyla karışık bir gülümsemeyle baktı. "Çok geç. Olay çoktan çözülmüş. Polisler gitmiş" dedi. Sonra oyuncağını aldı ve elleriyle havaya kaldırdı. Bir Eagle aksiyon figürüydü. Havada daireler çizdirerek kucağına, yani hayalindeki adıyla Heart of Light'a zarifçe indirdi. Bu isim şehrin en yüksek binasına aitti. Şehrin tam merkezindeki devasa gökdelene... Eagle yuvasını onun üstüne kurmuştu. Kartallar ulaşılması en zor yerlerde yaşardı. Sonra tekrar camdan dışarı baktı. Şehir hızla altlarından akıyordu. Ve tam da o anda yaklaşık 1500 metre altlarında sokakta siyahlar giyinmiş bir kadın şehrin arka sokaklarında yürüyordu. Polislere az önce yakaladığı herifi teslim etmiş ve karargaha dönüyordu. Bir binanın yanına yaklaştı ve ilk kat penceresine tırmandı. Ardından üst pencereye atlayarak tutundu. Sonra akrobatik bir hareketle kaldırımdaki sokak lambasının üstüne ters taklayla atladı. Direğe hızla tırmanıp zirvede durdu. Bileğindeki küçük ekrana dokundu ve direğin üstünde dengesini sağlama aldı. İçinden saydı "Üç, iki, bir... Şimdi!" Ve sonra ayağının altında bulunan sıçrama jetleri çalıştı ve onu sokağın karşı tarafına, 5 katlı bir evin çatısına sıçrattı. Çatıya konar konmaz hızla yan binanın çatısına doğru koştu ve atladı. Sonra koşmaya devam ederek bir sonraki binanın tuğla duvarına tırmandı. Bir kedi kadar kıvraktı. Çatıda koşmaya başladı. Hızını asla kesmedi ve tereddütsüz şekilde binanın çatısından aşağı atladı. Issız sokakta sessizce süzülerek yolun ortasındaki açık rögar kapağından içeri son hızla daldı. Aşağı doğru inmeye devam ediyordu. Sonra bileğindeki atıcıyı ateşledi. Fırlayan halatın kancası tünel şeklindeki duvardaki metal borulara tutundu. Ve gittikçe yavaşlayan bir hızla aşağı indi. Burası bir kanalizasyon sistemi değildi. Karargaha giden binlerce yoldan biriydi. Tünellerde yürüdü. 10 dakika sonra küçük toplantı salonundaydı. Kapıdaki güvenlik görevlisine kartını göstermeden geçmesi imkansızdı. Hükümetin yeni aldığı bir karar değildi bu. 15 sene önce o daha çocukken olan bir olaydan sonra her kahraman içeri girerken bu güvenlik prosedüründen geçmek zorundaydı. İstemeye istemeye kartını güvenlik gorevlisi Paul'e uzattı. Tünelin devamında X-Ray taramasından geçecekti. "Bir şey sorabilir miyim?" diye sordu Paul. "Neden onca farklı isim varken adını Death koydun? O kadar da karizmatik bir isim değil bilirsin..." dedi. Genç kadın adama baktı ve gevşemiş kravatını düzeltti. "Sence hedefine daha sessiz ve sinsice yaklaşabilen, elinden kurtulmanın imkansız olduğu başka bir avcı var mı?" dedi. Sonra cevap beklemeden taramaya doğru yürüdü. Kapıyı açtı. İçeri girmeden önce adama döndü. "Sakın tek kelime konuşma. Boğazında insan sesine duyarlı bir kapsül yerleştirdim. Konuştuğunda son derece yakıcı bir asit salgılayıp seni öldürür. Sessizce al ve suya at" deyip içeri girdi. Paul'ün korkuyla irileşen gözleri bu kadının neden bu isme sahip olduğunu anlamış görünüyordu.
İçeri girdiğinde liderleri Hydra dışında herkesin orada olduğunu gördü. Eagle, The B, İsis, ve Dragon Brothers; yani üst seviyedeki tüm üyeler. Fakat bir fark vardı. Hydra ve kendisininki dışında bir koltuk daha vardı ve boştu. "Vay canına bir çaylak bulmuşsunuz en sonunda" dedi. Yerine otururken Dragon Brothers ikilisinden küçük kardeş yani Flame "Evet bulmuşlar. Biz de çok şaşırdık. Üstelik Hydra bunu bizden sır gibi sakladı." dedi. İsis konuşmaya katıldı "Bana da bir şey söylemedi. Son zamanlarda pek konuşmuyor. Çok yoğun." dedi. Death tek kaşı havada "Demek öyle, herkesten gizli... Bu son olduğunda daha çocuktum. Ve aynı herif geçen yıl canımıza okumuştu" dedi. Haklıydı da. Eski dostları Reactor bir anda onlarla fikir ayrılığına düşmüş ve neredeyse tüm şehri yok edecek nükleer bir bombaya çevirmişti kendini. Eğer Hydra onu gizlice yaklaşıp durdurmasaydı Light City onlarca yıl parlamaya devam edecekti. Ama radyasyondan dolayı yeşil bir yıkıntı halinde. Bu olayın altında ne vardı bilmiyordu ama Hydra'nın bu sefer doğru seçim yapmasını umdu. Derken kapının açılıp kapandığını duydu ama diğerlerinin aksine Death ve The B hiç dönüp bakmamıştı. The B uyuya kalmıştı. Ama kendisi o kadar da meraklı değildi bu olaya. Hydra tam karşısındaki koltuğa oturdu. Ve Death yanında bir hareket hissetti. Boş olan tek koltuk hemen yanındaydı. Ve genç bir adam yanında ayakta bekliyordu. Tahtında oturan büyük Hydra onu tanıtmak için tekrar kalktı. "Uzun bir süreç sonucunda aramıza yeni katılan dostumuzu tanıtmak benim için zevktir. Gerçek kimliğiyle tanıtmak gerekirse genç dostumuzun adı Kevin McCole. Ünlü McCole İndustrial Corporation'ın patronu Frank McCole'un küçük oğlu. Tüm test aşamalarını geçti, eğitiminde bizzat bulundum. buradaki herkesi geride bırakacak bir IQ'ya sahip. Fiziksel testlerden 72, 81 ve 100'le geçti" bu sözlerin ardından masadaki herkes birbirine baktı. Puanların ilki fiziksel güçtü. Adayın kas gücünü test eden dövüş testleri ve ağırlıklar kullanılırdı. Sıska vücudundan ve puanından da görüldüğü üzere çok güçlü sayılmazdı. Ama çoğu kişiden iyiydi. İkinci puan dayanıklılığa verilirdi ve ısı testleri, uzun süre ağırlık, hava basıncı testleri uygulanırdı. Puanı yeterince iyiydi. Ama herkesi şaşırtan bunlar değildi, üçüncü testti. Hız... Başta refleksler ölçülürdü. Sonra serilik ve saf hız. En sonunda ise 10 saniye içinde çıplak elle sensörlerle dolu 30 metrelik tünelin sonundaki platformda bulunan bir elmayı almanız istenirdi. Bunu bu güne kadar başaran tek kişi şu an bu masadaydı. Ve ikincisi de onlara katılmıştı. Eagle bu yeni gencin performansını onu bilgece süzüp "Kırlangıçlar garip yaratıklar. Böylesine ufak ve narin olmalarına rağmen daima kartallardan hızlıdırlar." diyerek övmüştü. Ayakta duran gergin genç ilk kez gülümsemişti ve bu Death'in gözünden kaçmamıştı. Sonra Hydra konuşmaya devam etti. "Uzun yıllar şehre ve yüce amacımıza, adalete hizmet etmen dileğiyle, Bullet." dedi. Ve sözü ona bıraktı. Genç adam bir süre dalmış gibi boşluğa bakıp gülümsedi. Nefesini topladı ve "Geride bıraktığım çocukluğum aklıma geliyor. Ama artık hayallerin ötesinde, bu masadayım. Bunları söylememin bir anlamı yok. Dünya değişiyor. Işık, her zamankinden daha parlak. Ve ben şehrin ışığının güneşi aydınlatacağı güne kadar burada olacağım." dedi. The B her zamanki gibi etrafa anlamadığını belli eden sert ve şaşkın bakışlarını atıyordu. İsis duyduklarından memnun gülümseyen bir şekilde ona bakıyordu. Dragon brothers ise ciddileşmişti ve ikizler Death'e pis pis bakıyordu. Death onlara göz kırpıp gülümsedi ve gözleri Eagle'a kaydı. Sadece genci izliyordu. Onu herkesten iyi tanırdı ve bu bakış yeni gencin doğru kişi olduğunu düşündüğünü gösteriyordu. Eagle daha sonra gözlerini ondan ayırıp kendisine çevirdi. Ve göz kırptı. Gülümsüyordu. Bu ne demekti şimdi? Kaşlarını çatıp eski ustasına baktı. Bu bakışmayı bitiren Hydra'nın sesi oldu. "Şimdi dağılabiliriz. Hepinize iyi geceler dedi ve kalktı. Herkeste onunla kalktı ve masadan ayrıldı. İsis ve Dragon Brothers yeni üye Bullet'ı tebrik ederken o Eagle'ın yanına gitti. "Bu neydi şimdi?" diye sordu. Eagle keskin gözlerini ona dikti. "Çocuğun konuşması hoşuna gitmiş olacak ki gülümsüyordun" dedi ve yanından ayrıldı. Bu herif bilgeliğin simgesiydi ama gözleri fazla keskindi. Gülümsediğini kendisi bile bilmiyordu. Hatta inanmamıştı ama konuşmanın hoşuna gittiği kesindi. Bir süre olduğu yerde bekledi. Bullet, İssis'in de yanından ayrılmasıyla tek başına kalmıştı. Genç kadından bir hareket beklemişti ve sonra arkasını dönüp gitmeye karar vermişti. Geceleri seven soğuk bir kadından daha fazlasını beklemesi hataydı. Tam kapıyı açıp çıkacakken "Hey! Seni tebrik etmemi beklemeyecek kadar kaba biri misin çaylak? Zengin çocukların terbiye eğitimi aldıklarını sanıyordum." dedi Death. Genç adam afallamıştı. Arkasını dönüp "Ben..." demişti ki genç kadın sözünü kesti. "Şaka yapıyorum. Bu ihtiyarlarların arasındayken pek insan canlısı olamıyorum. Tebrik ederim, Bay Mükemmel'i etkilemeyi başarmışsın." dedi yanına gelip elini uzatırken. Bullet gülümsemişti "Evet, hız testinde 101 isteyecek diye çok korkmuştum." dedi. Eli sıktı ve "İsmimi söylemişti ama ben yine de kendimi tanıtayım. Ben Kevin McCole. Babamı veya servetimi umursama. Hepsi beni sıkan şeyler. Ben sadece benim, Jane." dedi. Adını elbette biliyordu. Jane Longsword ismi herkes tarafından bilinen biriydi. O küçük bir çocukken katılmıştı aralarına ve hayatını onlara borçluydu. Kimsesi kalmadığı gün onu kurtarmışlardı ve herkes uzun süre onu konuşmuştu. Daha sonra eğitime katılmış ve kahramanlardan biri olmuştu ve bu herkesi mutlu eden bir haber olmuştu. Kahramanlarınsa herkesin kalbinde büyük yer edinmesini sağlamıştı. Bir anda eski günler geçti aklından. Sonra cevap verdi. "Zaten sıradan bir çaylaktan fazlası olduğun belli oluyor. Zengin bir züppe olsaydın kapıdan çıkarken arkandan seslenmek yerine seni ezmenin yollarını arardım. Ama şimdi gitmeliyim. Gece yarısını çoktan geçtik ve bu arka sokaklarda bir şeyler olacak demektir" dedi ve kapıya yöneldi. Bullet döndü. "Seninle gelebilir miyim? Yani ilk görevime çıkmam için..." diye sordu. Death durdu ve ona baktı "Death tek çalışır bunu bilmelisin. Ama yine de bir sonraki sefere olabilir. Şimdi kahine gitmen gerekiyor. Yoksa söylemediler mi?" dedi. Kahin mi? Ne kahini? diye düşündü Bullet. Böyle bir şeyi daha önce hiç duymamıştı. Death'le birlikte koridorlarda yürürken bu konuyu daha da açmasını istedi. "Kahin, bize gelecekle ilgili bazı önerilerde bulunan ve şu an alt katlardan birinde bir hücrede mahkum olan yaşlı bir adam. Nasıl bilmiyorum. Ama söylediklerinin çok büyük bir çoğunluğu gerçekleşti. Sana bazı öğütleri olacak. Bunları dinle ve geleceğinle yüzleşmekten korkma." dedi ve asansöre girdi. Genç Bullet afallamıştı. İnanası gelmiyordu çünkü bu güne kadar fantastik hiçbir olayla karşılaşmamıştı. Süper kahramanlar bile alet edevatları ve dövüş teknikleri olmadan süslü birer soytarıdan farksızdı. Hemen toplantı odasına geri koştu ve Paul'ü kapının önünde buldu. Ona kahinin nerede olduğunu sordu. Paul yeri tarif etti ve Bullet ordan ayrıldı. Asansöre geri döndü ve 8 kat aşağıdaki düğmeye bastı. Sıkıcı asansör müziğiyle geçen 8 katlık yolculuğun ardından hücrelerin bulunduğu bölüme geldi. Dümdüz yürüdü ve 1429 numaralı mahkumun kapısından içeri girdi. Burası hücreyle arasında kırılmaya dayanıklı bir cam bulunan geniş ve iyi aydınlatılmış bir yerdi ve mahkumla konuşmak için tasarlanmıştı. Adam ona sırtı dönük şekilde duvara bakar halde oturuyordu. Bir süre hareketsiz adamı izledi. Ve sonra üç kez cama tıklattı. Yaşlı adam dönüp ona bakmıştı. Siyahiydi ve kısa kıvırcık beyaz saçları vardı. Ayağa kalktı ve ona yaklaştı. "Sizden yeni bir tane daha mı var? Yazık, oysa ne kadar az, o kadar iyi." dedi. Bullet söylediğini anlamıştı. Bir mahkumdu ve onların yakaladığı biriydi sonuçta. Kahramanlardan nefret etmesi doğaldı. Adam hafif ve alaycı bir gülümsemeyle "Benim sizlerden nefret ettigimi sanıyorsun. Sence ben gerçekten bir suçlu muyum?" dedi. Ve ekledi "Buraya kendi rızamla kapatılma ihtimalimi düşünmedin mi?" Bullet şaşırmıştı. Ama adam söyleyeceklerini ondan önce söyledi "Hayır zihnini okumuyorum. Gelecekte ne yapacağını, ne düşüneceğini biliyorum." Bullet adamın yeteneğine gerçekten inanmıştı. "Bana danışmaya geldin. Diğerleri de böyle yapmıştı. Onların kaderleriyle ilgili hiçbir şey söyleyemem sana. Fakat içlerinden biriyle yollarınız kesişecek. Şu kız, karanlık biri fakat göründüğünden daha aydınlık bir iç dünyası var. Bunu sen keşfedeceksin. O bu şehri değiştirecek ama sen dünyayı..." dedi. Ve sonra kaşlarını çattı. "Hmm, ilerde tekrar görüşeceğiz. Ve kim bilir, belki o zaman bana dokunabilirsin. Senin için bunları yeterli görüyorum. Bunları kimseye söyleme. Sorarlarsa kendi kehanetlerini uydur. Belki ilerde çırağım olursun kim bilir." dedi ve gülerek arkasını döndü. Aynı pozisyonda oturdu ve öylece kaldı. Bullet şaşkın, korku içinde ve heyecanlıydı. Fakat tekrar cama vurdu. Adam başını geriye çevirdi. "Peki ne zaman öleceğim?" diye sordu. Şakayla karışıktı bu soru elbette. Fakat adam cevapladı. Cevap onu bir hayli şaşırtmıştı. "Ölmeyeceksin," dedi adam. "Sen ölümsüz olacaksın."
Bullet, yani evindeki adıyla Kevin son 1 yıldır her gece olduğu gibi uyuyamıyordu. Yorgundu fakat kafası karışıktı. Gerçek bir kahin fikri onun kafasını allak bullak etmişti. Ona yolunun Death'le kesişeceğini söylemişti. İçindeki ışık derken neyi kastetmişti? Bahsettiği şey aşk mıydı? Peki ya ölümsüzlük? Onu en çok düşündüren bu olmuştu. Halk arasında kahramanların özel serumlarla güçlü ve genç kaldıkları konuşulurdu hep. Doğru muydu yani? Kafası gerçekten çok karışıktı. Uyuyamazdı. Ve aklına çıkmak geldi. 32. kattaki penceresinden atlayıp şehirde tıpkı Death gibi gece gezisi yapabilirdi. Ve kalktı. kostümünü giymeye başladı. Önce kurşuni tulumunu giydi. Vücudu saran özel bi maddeden kurşun geçirmez ve içinde elektronik devreler olan bir kostümdü bu. Sonra kırmızı çizme ve eldivenlerini taktı. Başlığını, yani onu gizli tutan maskesini kafasına geçirdi ve bilgisayarına yöneldi. Bilgisayardan kostümle senkronize olmasını sağlayan programı açtı ve kıyafeti aktifleştirdi. Göğüs kısmında omuzlarından aşağı indikçe sivrilen kırmızı bir şerit parladı. Ve kıyafetin her zerresinden geçen kırmızı hareketli çizgiler tüm vücudunu sardı. Penceresine yöneldi ve kendini aşağı bıraktı. Hızla düşüyordu. Yere metreler kalana kadar bekledi ve zihniyle komutunu verdi. Vücudunda hareket eden tüm kızıl çizikler bir anda parladı ve düşüşü yavaşladı. Sonunda yere bir kuş gibi kolayca indi. Ve hemen ardından koşmaya başladı. Ve kıyafetin gücüyle hızlandıkça hızlandı. Arkasında tozlu bir rüzgar bırakarak koşarken tek düşündüğü bugünün sonsuz hayata attığı ilk ve en güzel adımı olduğuydu.
Death sabaha kadar şehrin kuytu kesimlerinin tepesinde adalet peşinde bir gölge gibi kolaçan etti her şeyi. Sorun çıkmamıştı bu gece. Güneş doğmadan önce ufak bir kavga çıkacaktı ki kavga edecek iki grubun arasına bir anda konduğunda iki tarafta geri çekilmişti. Ve günün geri kalanında onun bölgesine bakması için Dragon Brothers ikizlerinin küçük olanı Flame'den yardım istemişti. Kardeşiyle aynı anda aynı yerde görevde olurdu. Ayrı takılmak onu hep sıkardı çünkü genelde bunu Death için yapardı ve bu arka sokaklar çok sıkıcı olurdu. Kendisi uslanmaz bir hergeleydi ve aksiyon adamıydı. Ve işte yine o sıkıcı günlerden biriydi. Jet motorları bulunan kaykayına atlamış şehrin üstünde uçuyordu ve hareketli olan her şeyi takip ediyordu. Bir an görev yerini terk etmeyi düşündü. Bunun yerine kardeşiyle birlikte halka gösteri yapabilirdi. Onlar ekibin halkla ilişkiler kısmıyla ilgileniyordu Flame ve kardeşi Spark'a göre. Uzun süren bir taramanın ardından bu kadarının yeterli olduğunu düşündü ve yönünü değiştirip yükseldi. Kardeşinin yanına gidecekti. Aşağı baktığında binaların yavaş yavaş yükseldiğini ve caddelerin gittikçe kalabalıklaştığını görerek mutlu oldu. Ve tam baktığı caddeden son derece hızlı kızıl bir çizginin aktığını gördü. Bu ilgisini çekmişti. Hemen hızını artırıp yetişmeye çalıştı. Neye benzediğini görebilmesi için hızını 527 km'ye çıkarması gerekmişti. Bu gri-kırmızı kostüm tanıdık değildi. Acaba bir suçlu olabilir miydi? Yoksa daha ilk günden çaylak Bullet kıyafetinin tasarımını mı değiştirmişti? Bileğindeki ekrana dokunup "Hey Bullet bu sen misin?" diye seslendi. Gittikçe yavaşlayan Bullet sonunda durdu ve yanına ağır ağır gelen Flame'i gördü. "Evet, şöyle bir turlayayım demiştim." dedi gülümseyerek. Etraflarındaki arabalar durmuştu ve insanlar onlara bakıp gülümsüyor ve onlara sesleniyorlardı. "Dostum, eğer halkın seni sevmesini istiyorsan onların seni görmesine izin vermelisin. Böyle yüksek hızlarda ancak rüzgar esiyor zannedip sana küfrederler." dedi ve etraftaki insanlara el sallayıp selamlar vermeye başladı. Bullet bunu garipsemişti. "Benim amacım gösteriş değildi. Sadece etrafta ne var ne yok görmek istemiştim" dedi. Flame güldü. "En başta hepimiz böyleydik. En azından ben ve kardeşim hariç. Ayrıca bazılarımız hala böyle ve geceleri siyah giyip çatılarda gizlenecek kadar çekingen. Bilirsin, şu kızdan söz ediyorum. Sana karşı bize olduğundan daha nazikti fark etmedim sanma." dedi ve bir kahkaha attı. "Hatırlıyorum da biz ilk başladığımızda kardeşimi ve beni defalarca kez reddetmişti. O mükemmeldir... Tanıdıkça beni anlayacaksın. Sert kızdır ama iyidir. Bazen konuşuruz, bana bir çok şey öğretti. Ve beni bir çok kez kurtardı. O benim görev arkadaşım ve yüce bir amacımız var. Yine de eminim ki seninle randevusu vardır." Bullet hafifçe tebessüm etti. Haklıydı. Bir sonraki sefere onunla çıkacaktı göreve. "Bilmiyorum. O çok soğukkanlı. Ama bu çok ayrı bir hava katıyor." dedi. Flame adamı süzdü. "Kıyafetin de sana katıyor o havayı. En başta gri düz bir şey sanmıştım ama bildiğin kırmızı Matrix yazıları akıyor her yerden. Çok sevdim!" dedi. Sonra "Hadi herkes bizi izliyor biraz yukarıda konuşalım ne dersin? Havalanabilir misin?" diye sordu. Adam tek kaşını kaldırdı "Tabi ki, bu enerji ağı yani senin deyişinle Matrix yazıları aktığı sürece birçok şeyi kolayca yaparım." dedi ve 1 saniye sonra ayakları yerden kesilmiş havada asılı duruyordu. Akan ışıklar hızlanmış ve ayaklarına ve kollarına yogunlaşmıştı. Flame'de kaykayıyla onun seviyesine geldi ve birlikte yükselmeye başladılar. Daha birkaç saniye geçmişti ki Flame yine bir soru sordu. "Kostümünü kim yaptı? Babanın mühendisleri falan mı?" Bullet gülümsedi. "Yok hayır liseden arkadaşımla birlikte tasarladık. Adı Nexus. Sinir ağıyla çok benzer şekilde tasarladık. Ve beynime bağlı bu sistem." Flame kahkaha attı "Ah beyin gücü bunu sevdim. Aslında ben de..." dedi ve bir anda sustu. Bullet yüzüne fışkıran kanın verdiği şokla ellerini yüzüne götürürken Flame kaykayın üstünde ters döndü. Ayakları bağlı olduğu için düşemiyordu. Bullet kendini toparlar toparlamaz onu kucakladı ve kaykayı ayaklarından ayırdı. Kaykay bu olayı kaydetmiş şekilde üsse geri dönerken Bullet Flame'i aşağı indiriyordu. En yakın hastahanenin önüne iniş yaptılar ve Bullet onu doktorlara emanet ederken genç adamın bilinci kayıptı. Onu hemen ameliyathaneye götürdüler. Bullet ne yapacağını bilemiyor ve titriyordu. Annesinin ölümünü de görmüştü. Ama bu farklıydı. Kanı yüzünde kurumuş, tuzlu ve metalik tadı midesini bulandırmıştı. Yüzünü yıkamadan önce aynaya baktı. Yüzü kuru kanla kaplıydı. Gözlerinin altından iki çizgi iniyordu. Farkında olmadan ağlamıştı. Ama kendini toparladı. Hydra'ya haber vermesi gerekiyordu. Elindeki ekrana dokundu. Genel bi arama yapmak daha faydalıydı çünkü Hydra meşgul görünüyordu. Listeyi açtı ve isimlere baktı. The B hattını kapatmıştı. İsis, Death, Spark ve Eagle müsait durumdaydı. Genel bir arama başlattı. "Beni duyan herkese sesleniyorum. Bugün saat 03.42'de Dragon Brothers'tan Flame saldırıya uğradı. Onu Light of Health'a getirdim. Saldırganı tespit edemedim fakat birazdan kimliğiyle birlikte verebilirim." dedi ve kapattı. Dışarı çıktı. Hızla havalanıp evine döndü. Bilgisayarın başına geçti. Kıyafetini kontrol eden yazılımı kullanarak 3d modelleme sihirbazını açtı. Kıyafetteki sensörlerle büyük alanların 3d modellerini ayrıntılı olarak çıkarabiliyordu. Simülatörü açtı ve havalanışlarını seyretmeye başladı. Ve bir süre sonra suratına püsküren kanı gördü. Tam olarak sol omzunun yakınından, kaburgalarından birine isabet etmişti kurşun. Evet bir kurşundu. Kurşunun gelişini an be an izleyebileceği kadar ağır bir hıza inmişti. Kurşun geri geri gitti, ilerlemeye devam etti ve en sonunda McCole Tower adlı binanın 73. Katındaki pencerelerin birinden çıkan bir namluya girdi. Gözlerine inanamıyordu. Bu bina McCole ailesine yani dolaylı yoldan kendisine aitti. Yüze odaklanmaya çalıştı. Simülasyondan adamın vücudunu kesip yeni bir sayfaya aktarmıştı. Karanlık yüzünden görülmüyordu adam. Efektler kısmından ışık seçeneğini seçti ve modelin karşısından ışık vuruyormuş görüntüsü verdi. Net bir şekilde ortaya çıkan adamın yüzü ona hiç tanıdık gelmemişti. Resmi kostümünün belleğine kaydedip tekrar çıktı evden. Son hızla uçarak karargaha girebileceği bir delik aradı. Bileğindeki ekranda tarama sonucunda ilerlediği caddeden sağa saparak yerdeki kapağı açtı. İçeri atladı ve inişini yumuşatarak yere indi. Hızla karargah odasına daldı. Hydra tek başında koltuğuna oturmuş bir şeyler inceliyordu. Bir tür dosyaydı. Onun olanlardan haberi yoktu ve Bullet hızlıca anlattı. Olanlar onu öfkelendirmişti. "Şu 3d modeli göster. Bakalım kimmiş. Bilgisayarların başına geçelim." dedi hırsla. Öfkesi yüzünden okunuyordu. Bir lider olarak bu onun için büyük bir sarsıntı olmuş olmalıydı. Bilgisayarın başına geçtiğinde işletim sisteminin açılma hızına dayanamamış ve yumruğunu klavyeye indirmişti. Parçalanan klavyenin yarısı fırlamış ve Bullet metal masada oluşan göçüğü görmüştü. Bu adam bir ayıdan bile güçlü olmalıydı. Farklı bir bilgisayar açan Bullet onu sakinleştirmek için pek bir şey yapmaya cesaret edememişti. İkinci bilgisayar açıldığında Hydra da sakinleşmiş görünüyordu. Resmi yükleyip aramayı başlatırken klavye tuşlarının sesi dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Arama sürüyordu ve Bullet sessizliğe dayanamamıştı. "Mermi McCole binasından ateşlenmiş. Bunun bir yardımı olur mu?" diye sordu. Hydra başını iki yana salladı "O binaya alakasız binlerce insan girebiliyor. İş merkezi ve alışveriş merkezi aynı yerde buluşturulmuş sonuçta. Kamera kayıtlarına da gerek kalmadı kostümünün sayesinde. İyi iş başardın evlat. Şimdi evine dön. Gemiyi fırtınaya süreceğiz. Son kez huzurlu bir uyku uyu evinde. Sabah saat tam 8'de acil olarak toplanacağız. Tam donanımlı olarak." dedi Hydra ekrana bakarak. Bullet herifin kim olduğunu merak ediyordu. Ama belli ki Hydra bununla bizzat ilgilenecekti ve yarın tepesine bineceklerdi. Odadan çıktığında tüm günün yorgunluğunu bir anda üstünde hissetti. Sokağa çıktığındaysa çoktan başlamış olan yağmuru... Havalandı ve şehrin semalarında süzülerek yavaş yavaş evinin yolunu tutarken Jane'i düşünüyordu. Yani Death'i. Acaba neredeydi?
Mark Graves tek başına uyuduğu yatağında acıyla uyandığında daha güneş doğmamıştı. Alacakaranlıkta bir şekil onu izliyordu. Yalvarmıştı, bir oğlu olduğunu söyleyip merhamet dilemişti fakat karanlıkların arasındaki şekil ondan bir parmağını daha almıştı. Bağlı olduğu için çırpınmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. "Size söyledim!" dedi. "Bu işle hiçbir ilgim yok". Adam daha gözünü kırpmadan gırtlağına dayanan çeliği hissetmişti. "Mark Graves. Öleceksin. Bundan önce bana her şeyi anlat. Şehrine ve oğluna karşı vazifenin yap." dedi karanlıktaki şekil. Mark ağlamaya başlamıştı. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ve pes ederek her şeyi anlattı. Ona aradığı şeyin yerini söyledi. Her şeyin kaynağının. Her şey güzel olacaktı. Yüce bir amaç uğruna koruyordu ona verilenin. Ama artık her şey kaybolmuştu. Tüm kanı boğazındaki kesikten akarken bunun pişmanlığını duydu. Kan kaybından dolayı üşümüş ve gözleri kararmaya başlamıştı. Gördüğü son şey pencereden şafağı seyreden bir samuraydı.
Güneşi Aydınlatan Şehir
Küçük çocuk pencereden aşağıya bakıyordu. Uçakları yeni kalkmış, oturdukları şehrin üstünden geçiyordu. Dünyanın en büyük metropolünde yaşıyorlardı. Light City derlerdi bu şehrin adına. 8 yaşındaki çocuk bunun nedenini şu an anlıyordu. Şehir ışıl ışıldı. Annesinin anlattığına göre uzaydan bakıldığında diğer tüm şehirlerden daha parlak görünürmüş ve adını da bundan alıyormuş. Ama onun için bu şehrin farkı parıltısı değildi. Bu şehri böyle parlatan şey onu karanlıktan koruyan adamlardı. Tam bunu düşünürken şehrin sokaklarından birinde polis ışıklarını fark etti. Gözleri irileşti ve annesine dönüp "Anne, bak polisler! Birazdan onlar da gelecek. Sence Eagle uçağın yanından geçer mi?" diye sordu. Annesinin kafası bulanıktı. Eşiyle işler yolunda gitmiyordu. Şu an oğluyla birlikte annesinin yanına bu yüzden gidiyorlardı. Yine de yüzünde bir gülümseme kondurdu ve "Gözlerini pencereden ayırmamalısın. O bu uçaktan daha hızlıdır" dedi. Çocuk korkuyla dönüp pencereye tekrar yapıştı. Kadının gülümsemesi yüzünden silinmiyordu. Biricik oğlunun düşen oyuncağını yerden aldı ve kucağına bıraktı. Çocuk tekrar baktığında polis ışıkları yoktu. Döndü ve annesine hayal kırıklığıyla karışık bir gülümsemeyle baktı. "Çok geç. Olay çoktan çözülmüş. Polisler gitmiş" dedi. Sonra oyuncağını aldı ve elleriyle havaya kaldırdı. Bir Eagle aksiyon figürüydü. Havada daireler çizdirerek kucağına, yani hayalindeki adıyla Heart of Light'a zarifçe indirdi. Bu isim şehrin en yüksek binasına aitti. Şehrin tam merkezindeki devasa gökdelene... Eagle yuvasını onun üstüne kurmuştu. Kartallar ulaşılması en zor yerlerde yaşardı. Sonra tekrar camdan dışarı baktı. Şehir hızla altlarından akıyordu. Ve tam da o anda yaklaşık 1500 metre altlarında sokakta siyahlar giyinmiş bir kadın şehrin arka sokaklarında yürüyordu. Polislere az önce yakaladığı herifi teslim etmiş ve karargaha dönüyordu. Bir binanın yanına yaklaştı ve ilk kat penceresine tırmandı. Ardından üst pencereye atlayarak tutundu. Sonra akrobatik bir hareketle kaldırımdaki sokak lambasının üstüne ters taklayla atladı. Direğe hızla tırmanıp zirvede durdu. Bileğindeki küçük ekrana dokundu ve direğin üstünde dengesini sağlama aldı. İçinden saydı "Üç, iki, bir... Şimdi!" Ve sonra ayağının altında bulunan sıçrama jetleri çalıştı ve onu sokağın karşı tarafına, 5 katlı bir evin çatısına sıçrattı. Çatıya konar konmaz hızla yan binanın çatısına doğru koştu ve atladı. Sonra koşmaya devam ederek bir sonraki binanın tuğla duvarına tırmandı. Bir kedi kadar kıvraktı. Çatıda koşmaya başladı. Hızını asla kesmedi ve tereddütsüz şekilde binanın çatısından aşağı atladı. Issız sokakta sessizce süzülerek yolun ortasındaki açık rögar kapağından içeri son hızla daldı. Aşağı doğru inmeye devam ediyordu. Sonra bileğindeki atıcıyı ateşledi. Fırlayan halatın kancası tünel şeklindeki duvardaki metal borulara tutundu. Ve gittikçe yavaşlayan bir hızla aşağı indi. Burası bir kanalizasyon sistemi değildi. Karargaha giden binlerce yoldan biriydi. Tünellerde yürüdü. 10 dakika sonra küçük toplantı salonundaydı. Kapıdaki güvenlik görevlisine kartını göstermeden geçmesi imkansızdı. Hükümetin yeni aldığı bir karar değildi bu. 15 sene önce o daha çocukken olan bir olaydan sonra her kahraman içeri girerken bu güvenlik prosedüründen geçmek zorundaydı. İstemeye istemeye kartını güvenlik gorevlisi Paul'e uzattı. Tünelin devamında X-Ray taramasından geçecekti. "Bir şey sorabilir miyim?" diye sordu Paul. "Neden onca farklı isim varken adını Death koydun? O kadar da karizmatik bir isim değil bilirsin..." dedi. Genç kadın adama baktı ve gevşemiş kravatını düzeltti. "Sence hedefine daha sessiz ve sinsice yaklaşabilen, elinden kurtulmanın imkansız olduğu başka bir avcı var mı?" dedi. Sonra cevap beklemeden taramaya doğru yürüdü. Kapıyı açtı. İçeri girmeden önce adama döndü. "Sakın tek kelime konuşma. Boğazında insan sesine duyarlı bir kapsül yerleştirdim. Konuştuğunda son derece yakıcı bir asit salgılayıp seni öldürür. Sessizce al ve suya at" deyip içeri girdi. Paul'ün korkuyla irileşen gözleri bu kadının neden bu isme sahip olduğunu anlamış görünüyordu.
İçeri girdiğinde liderleri Hydra dışında herkesin orada olduğunu gördü. Eagle, The B, İsis, ve Dragon Brothers; yani üst seviyedeki tüm üyeler. Fakat bir fark vardı. Hydra ve kendisininki dışında bir koltuk daha vardı ve boştu. "Vay canına bir çaylak bulmuşsunuz en sonunda" dedi. Yerine otururken Dragon Brothers ikilisinden küçük kardeş yani Flame "Evet bulmuşlar. Biz de çok şaşırdık. Üstelik Hydra bunu bizden sır gibi sakladı." dedi. İsis konuşmaya katıldı "Bana da bir şey söylemedi. Son zamanlarda pek konuşmuyor. Çok yoğun." dedi. Death tek kaşı havada "Demek öyle, herkesten gizli... Bu son olduğunda daha çocuktum. Ve aynı herif geçen yıl canımıza okumuştu" dedi. Haklıydı da. Eski dostları Reactor bir anda onlarla fikir ayrılığına düşmüş ve neredeyse tüm şehri yok edecek nükleer bir bombaya çevirmişti kendini. Eğer Hydra onu gizlice yaklaşıp durdurmasaydı Light City onlarca yıl parlamaya devam edecekti. Ama radyasyondan dolayı yeşil bir yıkıntı halinde. Bu olayın altında ne vardı bilmiyordu ama Hydra'nın bu sefer doğru seçim yapmasını umdu. Derken kapının açılıp kapandığını duydu ama diğerlerinin aksine Death ve The B hiç dönüp bakmamıştı. The B uyuya kalmıştı. Ama kendisi o kadar da meraklı değildi bu olaya. Hydra tam karşısındaki koltuğa oturdu. Ve Death yanında bir hareket hissetti. Boş olan tek koltuk hemen yanındaydı. Ve genç bir adam yanında ayakta bekliyordu. Tahtında oturan büyük Hydra onu tanıtmak için tekrar kalktı. "Uzun bir süreç sonucunda aramıza yeni katılan dostumuzu tanıtmak benim için zevktir. Gerçek kimliğiyle tanıtmak gerekirse genç dostumuzun adı Kevin McCole. Ünlü McCole İndustrial Corporation'ın patronu Frank McCole'un küçük oğlu. Tüm test aşamalarını geçti, eğitiminde bizzat bulundum. buradaki herkesi geride bırakacak bir IQ'ya sahip. Fiziksel testlerden 72, 81 ve 100'le geçti" bu sözlerin ardından masadaki herkes birbirine baktı. Puanların ilki fiziksel güçtü. Adayın kas gücünü test eden dövüş testleri ve ağırlıklar kullanılırdı. Sıska vücudundan ve puanından da görüldüğü üzere çok güçlü sayılmazdı. Ama çoğu kişiden iyiydi. İkinci puan dayanıklılığa verilirdi ve ısı testleri, uzun süre ağırlık, hava basıncı testleri uygulanırdı. Puanı yeterince iyiydi. Ama herkesi şaşırtan bunlar değildi, üçüncü testti. Hız... Başta refleksler ölçülürdü. Sonra serilik ve saf hız. En sonunda ise 10 saniye içinde çıplak elle sensörlerle dolu 30 metrelik tünelin sonundaki platformda bulunan bir elmayı almanız istenirdi. Bunu bu güne kadar başaran tek kişi şu an bu masadaydı. Ve ikincisi de onlara katılmıştı. Eagle bu yeni gencin performansını onu bilgece süzüp "Kırlangıçlar garip yaratıklar. Böylesine ufak ve narin olmalarına rağmen daima kartallardan hızlıdırlar." diyerek övmüştü. Ayakta duran gergin genç ilk kez gülümsemişti ve bu Death'in gözünden kaçmamıştı. Sonra Hydra konuşmaya devam etti. "Uzun yıllar şehre ve yüce amacımıza, adalete hizmet etmen dileğiyle, Bullet." dedi. Ve sözü ona bıraktı. Genç adam bir süre dalmış gibi boşluğa bakıp gülümsedi. Nefesini topladı ve "Geride bıraktığım çocukluğum aklıma geliyor. Ama artık hayallerin ötesinde, bu masadayım. Bunları söylememin bir anlamı yok. Dünya değişiyor. Işık, her zamankinden daha parlak. Ve ben şehrin ışığının güneşi aydınlatacağı güne kadar burada olacağım." dedi. The B her zamanki gibi etrafa anlamadığını belli eden sert ve şaşkın bakışlarını atıyordu. İsis duyduklarından memnun gülümseyen bir şekilde ona bakıyordu. Dragon brothers ise ciddileşmişti ve ikizler Death'e pis pis bakıyordu. Death onlara göz kırpıp gülümsedi ve gözleri Eagle'a kaydı. Sadece genci izliyordu. Onu herkesten iyi tanırdı ve bu bakış yeni gencin doğru kişi olduğunu düşündüğünü gösteriyordu. Eagle daha sonra gözlerini ondan ayırıp kendisine çevirdi. Ve göz kırptı. Gülümsüyordu. Bu ne demekti şimdi? Kaşlarını çatıp eski ustasına baktı. Bu bakışmayı bitiren Hydra'nın sesi oldu. "Şimdi dağılabiliriz. Hepinize iyi geceler dedi ve kalktı. Herkeste onunla kalktı ve masadan ayrıldı. İsis ve Dragon Brothers yeni üye Bullet'ı tebrik ederken o Eagle'ın yanına gitti. "Bu neydi şimdi?" diye sordu. Eagle keskin gözlerini ona dikti. "Çocuğun konuşması hoşuna gitmiş olacak ki gülümsüyordun" dedi ve yanından ayrıldı. Bu herif bilgeliğin simgesiydi ama gözleri fazla keskindi. Gülümsediğini kendisi bile bilmiyordu. Hatta inanmamıştı ama konuşmanın hoşuna gittiği kesindi. Bir süre olduğu yerde bekledi. Bullet, İssis'in de yanından ayrılmasıyla tek başına kalmıştı. Genç kadından bir hareket beklemişti ve sonra arkasını dönüp gitmeye karar vermişti. Geceleri seven soğuk bir kadından daha fazlasını beklemesi hataydı. Tam kapıyı açıp çıkacakken "Hey! Seni tebrik etmemi beklemeyecek kadar kaba biri misin çaylak? Zengin çocukların terbiye eğitimi aldıklarını sanıyordum." dedi Death. Genç adam afallamıştı. Arkasını dönüp "Ben..." demişti ki genç kadın sözünü kesti. "Şaka yapıyorum. Bu ihtiyarlarların arasındayken pek insan canlısı olamıyorum. Tebrik ederim, Bay Mükemmel'i etkilemeyi başarmışsın." dedi yanına gelip elini uzatırken. Bullet gülümsemişti "Evet, hız testinde 101 isteyecek diye çok korkmuştum." dedi. Eli sıktı ve "İsmimi söylemişti ama ben yine de kendimi tanıtayım. Ben Kevin McCole. Babamı veya servetimi umursama. Hepsi beni sıkan şeyler. Ben sadece benim, Jane." dedi. Adını elbette biliyordu. Jane Longsword ismi herkes tarafından bilinen biriydi. O küçük bir çocukken katılmıştı aralarına ve hayatını onlara borçluydu. Kimsesi kalmadığı gün onu kurtarmışlardı ve herkes uzun süre onu konuşmuştu. Daha sonra eğitime katılmış ve kahramanlardan biri olmuştu ve bu herkesi mutlu eden bir haber olmuştu. Kahramanlarınsa herkesin kalbinde büyük yer edinmesini sağlamıştı. Bir anda eski günler geçti aklından. Sonra cevap verdi. "Zaten sıradan bir çaylaktan fazlası olduğun belli oluyor. Zengin bir züppe olsaydın kapıdan çıkarken arkandan seslenmek yerine seni ezmenin yollarını arardım. Ama şimdi gitmeliyim. Gece yarısını çoktan geçtik ve bu arka sokaklarda bir şeyler olacak demektir" dedi ve kapıya yöneldi. Bullet döndü. "Seninle gelebilir miyim? Yani ilk görevime çıkmam için..." diye sordu. Death durdu ve ona baktı "Death tek çalışır bunu bilmelisin. Ama yine de bir sonraki sefere olabilir. Şimdi kahine gitmen gerekiyor. Yoksa söylemediler mi?" dedi. Kahin mi? Ne kahini? diye düşündü Bullet. Böyle bir şeyi daha önce hiç duymamıştı. Death'le birlikte koridorlarda yürürken bu konuyu daha da açmasını istedi. "Kahin, bize gelecekle ilgili bazı önerilerde bulunan ve şu an alt katlardan birinde bir hücrede mahkum olan yaşlı bir adam. Nasıl bilmiyorum. Ama söylediklerinin çok büyük bir çoğunluğu gerçekleşti. Sana bazı öğütleri olacak. Bunları dinle ve geleceğinle yüzleşmekten korkma." dedi ve asansöre girdi. Genç Bullet afallamıştı. İnanası gelmiyordu çünkü bu güne kadar fantastik hiçbir olayla karşılaşmamıştı. Süper kahramanlar bile alet edevatları ve dövüş teknikleri olmadan süslü birer soytarıdan farksızdı. Hemen toplantı odasına geri koştu ve Paul'ü kapının önünde buldu. Ona kahinin nerede olduğunu sordu. Paul yeri tarif etti ve Bullet ordan ayrıldı. Asansöre geri döndü ve 8 kat aşağıdaki düğmeye bastı. Sıkıcı asansör müziğiyle geçen 8 katlık yolculuğun ardından hücrelerin bulunduğu bölüme geldi. Dümdüz yürüdü ve 1429 numaralı mahkumun kapısından içeri girdi. Burası hücreyle arasında kırılmaya dayanıklı bir cam bulunan geniş ve iyi aydınlatılmış bir yerdi ve mahkumla konuşmak için tasarlanmıştı. Adam ona sırtı dönük şekilde duvara bakar halde oturuyordu. Bir süre hareketsiz adamı izledi. Ve sonra üç kez cama tıklattı. Yaşlı adam dönüp ona bakmıştı. Siyahiydi ve kısa kıvırcık beyaz saçları vardı. Ayağa kalktı ve ona yaklaştı. "Sizden yeni bir tane daha mı var? Yazık, oysa ne kadar az, o kadar iyi." dedi. Bullet söylediğini anlamıştı. Bir mahkumdu ve onların yakaladığı biriydi sonuçta. Kahramanlardan nefret etmesi doğaldı. Adam hafif ve alaycı bir gülümsemeyle "Benim sizlerden nefret ettigimi sanıyorsun. Sence ben gerçekten bir suçlu muyum?" dedi. Ve ekledi "Buraya kendi rızamla kapatılma ihtimalimi düşünmedin mi?" Bullet şaşırmıştı. Ama adam söyleyeceklerini ondan önce söyledi "Hayır zihnini okumuyorum. Gelecekte ne yapacağını, ne düşüneceğini biliyorum." Bullet adamın yeteneğine gerçekten inanmıştı. "Bana danışmaya geldin. Diğerleri de böyle yapmıştı. Onların kaderleriyle ilgili hiçbir şey söyleyemem sana. Fakat içlerinden biriyle yollarınız kesişecek. Şu kız, karanlık biri fakat göründüğünden daha aydınlık bir iç dünyası var. Bunu sen keşfedeceksin. O bu şehri değiştirecek ama sen dünyayı..." dedi. Ve sonra kaşlarını çattı. "Hmm, ilerde tekrar görüşeceğiz. Ve kim bilir, belki o zaman bana dokunabilirsin. Senin için bunları yeterli görüyorum. Bunları kimseye söyleme. Sorarlarsa kendi kehanetlerini uydur. Belki ilerde çırağım olursun kim bilir." dedi ve gülerek arkasını döndü. Aynı pozisyonda oturdu ve öylece kaldı. Bullet şaşkın, korku içinde ve heyecanlıydı. Fakat tekrar cama vurdu. Adam başını geriye çevirdi. "Peki ne zaman öleceğim?" diye sordu. Şakayla karışıktı bu soru elbette. Fakat adam cevapladı. Cevap onu bir hayli şaşırtmıştı. "Ölmeyeceksin," dedi adam. "Sen ölümsüz olacaksın."
Bullet, yani evindeki adıyla Kevin son 1 yıldır her gece olduğu gibi uyuyamıyordu. Yorgundu fakat kafası karışıktı. Gerçek bir kahin fikri onun kafasını allak bullak etmişti. Ona yolunun Death'le kesişeceğini söylemişti. İçindeki ışık derken neyi kastetmişti? Bahsettiği şey aşk mıydı? Peki ya ölümsüzlük? Onu en çok düşündüren bu olmuştu. Halk arasında kahramanların özel serumlarla güçlü ve genç kaldıkları konuşulurdu hep. Doğru muydu yani? Kafası gerçekten çok karışıktı. Uyuyamazdı. Ve aklına çıkmak geldi. 32. kattaki penceresinden atlayıp şehirde tıpkı Death gibi gece gezisi yapabilirdi. Ve kalktı. kostümünü giymeye başladı. Önce kurşuni tulumunu giydi. Vücudu saran özel bi maddeden kurşun geçirmez ve içinde elektronik devreler olan bir kostümdü bu. Sonra kırmızı çizme ve eldivenlerini taktı. Başlığını, yani onu gizli tutan maskesini kafasına geçirdi ve bilgisayarına yöneldi. Bilgisayardan kostümle senkronize olmasını sağlayan programı açtı ve kıyafeti aktifleştirdi. Göğüs kısmında omuzlarından aşağı indikçe sivrilen kırmızı bir şerit parladı. Ve kıyafetin her zerresinden geçen kırmızı hareketli çizgiler tüm vücudunu sardı. Penceresine yöneldi ve kendini aşağı bıraktı. Hızla düşüyordu. Yere metreler kalana kadar bekledi ve zihniyle komutunu verdi. Vücudunda hareket eden tüm kızıl çizikler bir anda parladı ve düşüşü yavaşladı. Sonunda yere bir kuş gibi kolayca indi. Ve hemen ardından koşmaya başladı. Ve kıyafetin gücüyle hızlandıkça hızlandı. Arkasında tozlu bir rüzgar bırakarak koşarken tek düşündüğü bugünün sonsuz hayata attığı ilk ve en güzel adımı olduğuydu.
Death sabaha kadar şehrin kuytu kesimlerinin tepesinde adalet peşinde bir gölge gibi kolaçan etti her şeyi. Sorun çıkmamıştı bu gece. Güneş doğmadan önce ufak bir kavga çıkacaktı ki kavga edecek iki grubun arasına bir anda konduğunda iki tarafta geri çekilmişti. Ve günün geri kalanında onun bölgesine bakması için Dragon Brothers ikizlerinin küçük olanı Flame'den yardım istemişti. Kardeşiyle aynı anda aynı yerde görevde olurdu. Ayrı takılmak onu hep sıkardı çünkü genelde bunu Death için yapardı ve bu arka sokaklar çok sıkıcı olurdu. Kendisi uslanmaz bir hergeleydi ve aksiyon adamıydı. Ve işte yine o sıkıcı günlerden biriydi. Jet motorları bulunan kaykayına atlamış şehrin üstünde uçuyordu ve hareketli olan her şeyi takip ediyordu. Bir an görev yerini terk etmeyi düşündü. Bunun yerine kardeşiyle birlikte halka gösteri yapabilirdi. Onlar ekibin halkla ilişkiler kısmıyla ilgileniyordu Flame ve kardeşi Spark'a göre. Uzun süren bir taramanın ardından bu kadarının yeterli olduğunu düşündü ve yönünü değiştirip yükseldi. Kardeşinin yanına gidecekti. Aşağı baktığında binaların yavaş yavaş yükseldiğini ve caddelerin gittikçe kalabalıklaştığını görerek mutlu oldu. Ve tam baktığı caddeden son derece hızlı kızıl bir çizginin aktığını gördü. Bu ilgisini çekmişti. Hemen hızını artırıp yetişmeye çalıştı. Neye benzediğini görebilmesi için hızını 527 km'ye çıkarması gerekmişti. Bu gri-kırmızı kostüm tanıdık değildi. Acaba bir suçlu olabilir miydi? Yoksa daha ilk günden çaylak Bullet kıyafetinin tasarımını mı değiştirmişti? Bileğindeki ekrana dokunup "Hey Bullet bu sen misin?" diye seslendi. Gittikçe yavaşlayan Bullet sonunda durdu ve yanına ağır ağır gelen Flame'i gördü. "Evet, şöyle bir turlayayım demiştim." dedi gülümseyerek. Etraflarındaki arabalar durmuştu ve insanlar onlara bakıp gülümsüyor ve onlara sesleniyorlardı. "Dostum, eğer halkın seni sevmesini istiyorsan onların seni görmesine izin vermelisin. Böyle yüksek hızlarda ancak rüzgar esiyor zannedip sana küfrederler." dedi ve etraftaki insanlara el sallayıp selamlar vermeye başladı. Bullet bunu garipsemişti. "Benim amacım gösteriş değildi. Sadece etrafta ne var ne yok görmek istemiştim" dedi. Flame güldü. "En başta hepimiz böyleydik. En azından ben ve kardeşim hariç. Ayrıca bazılarımız hala böyle ve geceleri siyah giyip çatılarda gizlenecek kadar çekingen. Bilirsin, şu kızdan söz ediyorum. Sana karşı bize olduğundan daha nazikti fark etmedim sanma." dedi ve bir kahkaha attı. "Hatırlıyorum da biz ilk başladığımızda kardeşimi ve beni defalarca kez reddetmişti. O mükemmeldir... Tanıdıkça beni anlayacaksın. Sert kızdır ama iyidir. Bazen konuşuruz, bana bir çok şey öğretti. Ve beni bir çok kez kurtardı. O benim görev arkadaşım ve yüce bir amacımız var. Yine de eminim ki seninle randevusu vardır." Bullet hafifçe tebessüm etti. Haklıydı. Bir sonraki sefere onunla çıkacaktı göreve. "Bilmiyorum. O çok soğukkanlı. Ama bu çok ayrı bir hava katıyor." dedi. Flame adamı süzdü. "Kıyafetin de sana katıyor o havayı. En başta gri düz bir şey sanmıştım ama bildiğin kırmızı Matrix yazıları akıyor her yerden. Çok sevdim!" dedi. Sonra "Hadi herkes bizi izliyor biraz yukarıda konuşalım ne dersin? Havalanabilir misin?" diye sordu. Adam tek kaşını kaldırdı "Tabi ki, bu enerji ağı yani senin deyişinle Matrix yazıları aktığı sürece birçok şeyi kolayca yaparım." dedi ve 1 saniye sonra ayakları yerden kesilmiş havada asılı duruyordu. Akan ışıklar hızlanmış ve ayaklarına ve kollarına yogunlaşmıştı. Flame'de kaykayıyla onun seviyesine geldi ve birlikte yükselmeye başladılar. Daha birkaç saniye geçmişti ki Flame yine bir soru sordu. "Kostümünü kim yaptı? Babanın mühendisleri falan mı?" Bullet gülümsedi. "Yok hayır liseden arkadaşımla birlikte tasarladık. Adı Nexus. Sinir ağıyla çok benzer şekilde tasarladık. Ve beynime bağlı bu sistem." Flame kahkaha attı "Ah beyin gücü bunu sevdim. Aslında ben de..." dedi ve bir anda sustu. Bullet yüzüne fışkıran kanın verdiği şokla ellerini yüzüne götürürken Flame kaykayın üstünde ters döndü. Ayakları bağlı olduğu için düşemiyordu. Bullet kendini toparlar toparlamaz onu kucakladı ve kaykayı ayaklarından ayırdı. Kaykay bu olayı kaydetmiş şekilde üsse geri dönerken Bullet Flame'i aşağı indiriyordu. En yakın hastahanenin önüne iniş yaptılar ve Bullet onu doktorlara emanet ederken genç adamın bilinci kayıptı. Onu hemen ameliyathaneye götürdüler. Bullet ne yapacağını bilemiyor ve titriyordu. Annesinin ölümünü de görmüştü. Ama bu farklıydı. Kanı yüzünde kurumuş, tuzlu ve metalik tadı midesini bulandırmıştı. Yüzünü yıkamadan önce aynaya baktı. Yüzü kuru kanla kaplıydı. Gözlerinin altından iki çizgi iniyordu. Farkında olmadan ağlamıştı. Ama kendini toparladı. Hydra'ya haber vermesi gerekiyordu. Elindeki ekrana dokundu. Genel bi arama yapmak daha faydalıydı çünkü Hydra meşgul görünüyordu. Listeyi açtı ve isimlere baktı. The B hattını kapatmıştı. İsis, Death, Spark ve Eagle müsait durumdaydı. Genel bir arama başlattı. "Beni duyan herkese sesleniyorum. Bugün saat 03.42'de Dragon Brothers'tan Flame saldırıya uğradı. Onu Light of Health'a getirdim. Saldırganı tespit edemedim fakat birazdan kimliğiyle birlikte verebilirim." dedi ve kapattı. Dışarı çıktı. Hızla havalanıp evine döndü. Bilgisayarın başına geçti. Kıyafetini kontrol eden yazılımı kullanarak 3d modelleme sihirbazını açtı. Kıyafetteki sensörlerle büyük alanların 3d modellerini ayrıntılı olarak çıkarabiliyordu. Simülatörü açtı ve havalanışlarını seyretmeye başladı. Ve bir süre sonra suratına püsküren kanı gördü. Tam olarak sol omzunun yakınından, kaburgalarından birine isabet etmişti kurşun. Evet bir kurşundu. Kurşunun gelişini an be an izleyebileceği kadar ağır bir hıza inmişti. Kurşun geri geri gitti, ilerlemeye devam etti ve en sonunda McCole Tower adlı binanın 73. Katındaki pencerelerin birinden çıkan bir namluya girdi. Gözlerine inanamıyordu. Bu bina McCole ailesine yani dolaylı yoldan kendisine aitti. Yüze odaklanmaya çalıştı. Simülasyondan adamın vücudunu kesip yeni bir sayfaya aktarmıştı. Karanlık yüzünden görülmüyordu adam. Efektler kısmından ışık seçeneğini seçti ve modelin karşısından ışık vuruyormuş görüntüsü verdi. Net bir şekilde ortaya çıkan adamın yüzü ona hiç tanıdık gelmemişti. Resmi kostümünün belleğine kaydedip tekrar çıktı evden. Son hızla uçarak karargaha girebileceği bir delik aradı. Bileğindeki ekranda tarama sonucunda ilerlediği caddeden sağa saparak yerdeki kapağı açtı. İçeri atladı ve inişini yumuşatarak yere indi. Hızla karargah odasına daldı. Hydra tek başında koltuğuna oturmuş bir şeyler inceliyordu. Bir tür dosyaydı. Onun olanlardan haberi yoktu ve Bullet hızlıca anlattı. Olanlar onu öfkelendirmişti. "Şu 3d modeli göster. Bakalım kimmiş. Bilgisayarların başına geçelim." dedi hırsla. Öfkesi yüzünden okunuyordu. Bir lider olarak bu onun için büyük bir sarsıntı olmuş olmalıydı. Bilgisayarın başına geçtiğinde işletim sisteminin açılma hızına dayanamamış ve yumruğunu klavyeye indirmişti. Parçalanan klavyenin yarısı fırlamış ve Bullet metal masada oluşan göçüğü görmüştü. Bu adam bir ayıdan bile güçlü olmalıydı. Farklı bir bilgisayar açan Bullet onu sakinleştirmek için pek bir şey yapmaya cesaret edememişti. İkinci bilgisayar açıldığında Hydra da sakinleşmiş görünüyordu. Resmi yükleyip aramayı başlatırken klavye tuşlarının sesi dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Arama sürüyordu ve Bullet sessizliğe dayanamamıştı. "Mermi McCole binasından ateşlenmiş. Bunun bir yardımı olur mu?" diye sordu. Hydra başını iki yana salladı "O binaya alakasız binlerce insan girebiliyor. İş merkezi ve alışveriş merkezi aynı yerde buluşturulmuş sonuçta. Kamera kayıtlarına da gerek kalmadı kostümünün sayesinde. İyi iş başardın evlat. Şimdi evine dön. Gemiyi fırtınaya süreceğiz. Son kez huzurlu bir uyku uyu evinde. Sabah saat tam 8'de acil olarak toplanacağız. Tam donanımlı olarak." dedi Hydra ekrana bakarak. Bullet herifin kim olduğunu merak ediyordu. Ama belli ki Hydra bununla bizzat ilgilenecekti ve yarın tepesine bineceklerdi. Odadan çıktığında tüm günün yorgunluğunu bir anda üstünde hissetti. Sokağa çıktığındaysa çoktan başlamış olan yağmuru... Havalandı ve şehrin semalarında süzülerek yavaş yavaş evinin yolunu tutarken Jane'i düşünüyordu. Yani Death'i. Acaba neredeydi?
Mark Graves tek başına uyuduğu yatağında acıyla uyandığında daha güneş doğmamıştı. Alacakaranlıkta bir şekil onu izliyordu. Yalvarmıştı, bir oğlu olduğunu söyleyip merhamet dilemişti fakat karanlıkların arasındaki şekil ondan bir parmağını daha almıştı. Bağlı olduğu için çırpınmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. "Size söyledim!" dedi. "Bu işle hiçbir ilgim yok". Adam daha gözünü kırpmadan gırtlağına dayanan çeliği hissetmişti. "Mark Graves. Öleceksin. Bundan önce bana her şeyi anlat. Şehrine ve oğluna karşı vazifenin yap." dedi karanlıktaki şekil. Mark ağlamaya başlamıştı. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ve pes ederek her şeyi anlattı. Ona aradığı şeyin yerini söyledi. Her şeyin kaynağının. Her şey güzel olacaktı. Yüce bir amaç uğruna koruyordu ona verilenin. Ama artık her şey kaybolmuştu. Tüm kanı boğazındaki kesikten akarken bunun pişmanlığını duydu. Kan kaybından dolayı üşümüş ve gözleri kararmaya başlamıştı. Gördüğü son şey pencereden şafağı seyreden bir samuraydı.