Quantcast
Channel: Game Of Thrones Türkiye Forum - Tüm Forumlar
Viewing all articles
Browse latest Browse all 6235

Güneşi Aydınlatan Şehir 2. Bölüm

$
0
0
Merhabalar. Hikayemin ikinci bölümüyle karşınızdayım. İlk bölüm hikayeye giriş niteliğinde olduğundan dolayı klasik bir akışı vardı. Ama yeni bölümde yazım tarzımı tam olarak yansıtmaya başlayarak fark yaratmaya çalıştım. Umarım beğenilir. Buyrun hikayeye bakalım :)





"Bir çizgi roman dünyasında yaşıyoruz dostum, aldırma." dedi Spark kaykayıyla hızla uçarken. Yanındaki Bullet onunlayken konuşamıyordu pek. Saçma bir suçluluk duygusuna kapılmıştı, sanki Flame'i kurtarabilecekmiş gibi... "Doktorları duydun. İyi olacak. Tehlikeyi atlatmış ve ameliyat başarılı geçmiş. Yine sıyrılmayı başardı ufaklık. Umarım küçüklüğümüzdeki gibi olmaz. O hep sıyrılırdı ve tüm suç bana kalırdı." dedi ve hafif bir kahkaha attı. Bullet ise düşünceli bir şekilde " Haklısın. Umarım eskisinden daha sağlıklı olur. Peki şu yeni belaya ne diyorsun? Saldırıyı biz onları bulamadan üstlendiler." dedi ve hızını artırdı. "Bir şey demiyorum. Sözümü onlara saklayacağım. Ve geldiğim yerde söz budur." dedi yumruğunu havaya kaldırarak. Karşılarında 3 kişilik bir ekip çıkmıştı. Saldırıyı üstlenip onları şehrin en büyük meydanı Sun Square'e davet etmişlerdi. Şehrin batı yakasında gökyüzünde onlarla aynı yere giden Eagle'ı görüyordu Bullet. Diğerleri de oraya gidiyordu. Bunu biliyordu. Meydana vardıklarında büyük bir kalabalık meydanın ortasında duran 4 kişiyi izliyordu. 4. Kişi yerde diz çökmüş üniformalı biriydi. "Lanet olsun! Paul ellerinde. Bu piçler haddini çoktan aştı. Hepsini bana bırakın. Yumruğumu kıçlarında hissettiklerinde bu kadar cüretkar olacaklar mı bakalım!" dedi The B'nin hırıltılı sesi. İlk önce Bullet ve Flame inmişti alana, sonra da Eagle. Herkes birbiri ardına meydana gelmişti. O hariç, Death yine görünürde yoktu. Bunca olay içinde Bullet düşünememişti ama şu an ona bir şey olmasından endişe duyuyordu. Kahramanların gökyüzünde kuş gibi avlandığı bir gece geçirmişlerdi. Meydanın tam ortasında bulunan şehrin ilk kahramanı Lonely Wolf'un devasa heykelinin hemen önündeydiler. Paul'un boğazına bıçak dayamış bekleyen adam alaycı bir gülümsemeyle seslendi. "Evet el fenerleri geldi. Birinin ışığı açması gerekiyordu değil mi? Yoksa bugün bu kadar anlamlı olmazdı. Kimse bir adım daha atmasın yoksa bekçiniz ölür." dedi ve sustu. Hydra ileri atılmak için hamle yapan The B'yi durdurdu ve konuştu. "Kimsiniz bilmiyorum. Ve umursamıyorum. Bu şehri kimse tehdit edemez. Sizinle işim bittiğinde geriye bir avuç kül kalacak!" Paul'ün boğazına bıçak dayayan adam "Siz kahramanlar adi hırsızlarsınız. Repliklerimizi bile çalıyorsunuz. Hydra, biz yağmurun ardından ortaya çıkan mantarlarız. Ömrümüz kısa olacak belki. Ama işimiz bittiğinde bu şehrin harabelerinde dolaşıyor olacaksınız. Tabi hayatta kalabilirseniz." dedi sert ve sinsi sesiyle. Flame suikastını yapan adam solunda duruyordu. Ve Bullet bu işin varacağı yerden korkuyordu. Çünkü bu adamlar bu işe ölmek için girmiş gibi konuşuyorlardı. The B bunu düşünebilecek zekaya sahip değildi. O bir bal porsuğuydu. Düşünce denen şeyden nasibini almamıştı. Aralarından fırladığında Hydra'dan bir öfke çığlığı yükselmişti. Adam bu harekete tepki olarak Paul'ün gırtlağındaki bıçağı hareket ettirecekti ki yanına düşen siyah kostümlü bir kol dikkatini dağıtmıştı. Sonra acı çığlığıyla bunun kendi kolu olduğunu ilan etti tüm meydana. Badger o anda adama yumruğunu öyle bir indirmişti ki adam bir daha hareket etmemişti. Yanındaki ikili kaçmaya yeltendiğinde biri boğazındaki halatın çekilmesiyle karşısında bileğinden çıkan otomatik bıçağı yüzüne dogrultmuş olan Death'i gördü. Diz çöküp hareketsizce bekledi. Flame'i vuran herifti. Diğer adam kaçmıştı ve kalabalığa karışmıştı. Panik halindeki halk ne olduğunu anlamadan aralarına karışmış ve gözden kaybolmuştu. Eagle ve Spark onu aramak için havalanmıştı. Diğerleri yakaladıkları adamın tepesindeydiler. Hydra Death'e bakıyordu. Öfkesi yüzünden okunuyordu. "Neredeydin sen? Hiç kimse sana ulaşamadı. Ve bir anda ortaya çıkıp herifin kolunu kopardın. Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye azarladı onu. Kız da aynı öfkeyle Hydra'ya bakıyordu. "Tüm günümü bu heriflerin peşinde geçirdim seni yaban domuzu. Eğer ben icabına bakmasaydım 4. arkadaşları arkalarını kollayacak ve evcil porsuğun Paul'ün ölümüne neden olacaktı. Kol meselesine gelince ne bekliyordun bıçağı bırakmasını mı rica etmeliydim? Yine de iyi iş çıkardın. Kahramanca konuşman onları iyi oyaladı." dedi ve dönüp gitti. Hydra'nin maskesiyle kapanmış yüzünün görünen kısmı kıpkırmızıydı ve boynunda sinirden kabarmış damarlar vardı. "Götürün şu herifi! Bakalım sözlerim gerçekten oyalama amaçlı mıymış yoksa gerçek miymiş!" diye haykırdı. Spark şeytani bir ifadeyle gülümseyerek Bullet'a bakıyordu. "Ne?" diye sordu Bullet. Anlayamıyordu. Sonra Hydra'ya seslenerek "İzin verirsen dostumuzu Bullet'la birlikte götürmek istiyoruz, inan kılına zarar vermeden getireceğiz onu. Bir kuğu kadar zarifçe indireceğiz yere." dedi ve gülümsedi. Hydra ne olduğunu anlamış olmalıydı ki birden kahkaha atmıştı. "Seni adi herif, tıpkı şu soyguncu çetesinin liderine yaptığın gibi değil mi? Evet olur. Bence en iyi yol bu." dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı. Bullet anlam verememişti. Öfkeden kudurmuştu önce. Spark'ın tek girişimiyle de neşelenmişti bir anda. Ayrıca birazdan yapacağı şey hayatında bulaştıklarının en çılgınca olanıydı...
Death, söylediği gibi önceki günü halk tarafından alay etmek için "Mantar Savaşçıları" adı takılan ekibin izini sürmüştü. Bileğindeki bilgisayarda aniden kimden geldiği belli olmayan bir mesaj belirmişti. Şehrin en yüksek ikinci binası Gümüş Yumruk'un tepesinde bulunması gerektiği yazıyordu. Hem de acilen. Görevini Flame'in devralmasını "rica ederek" hızla oraya gitmişti. Çatıda kimseyi bulamamış ama üstünde gül olan bir kutu bulmuştu. Hayır, bu romantik bir evlenme teklifi değildi. Çok daha eski bir hikayesi vardı. Çocukluğunda ailesini öldüren insanlardan kurtulmayı gül aromalı bir sprey sayesinde başarmıştı. Çakmağı yakıp spreyi ona sıkmış ve oluşan mini alev silahıyla içinde bulunduğu binayı ateşe vermişti. Bu kutuyu buraya bırakan kişi onun koyu bir hayranı olmalıydı. Buraya sadece bir kutu çizgi roman imzalamak için gelmemiş olmayı diledi ve kutuyu açtı. Kutuda kesik bir baş vardı. Hareketsizce kutuya bakıyordu. Adamı tanıyordu. Azılı bir suçlu ve onların başına büyük belalar açan, belki de insanlar tarafından en büyük düşmanlarından biri olarak nitelendirilen Bruce Kane yani Golden Sneak isimli suçluya aitti bu baş. Bunun ne anlamı olduğu anlamaya çalışırken başın altında ucu görünen bir kağıt olduğunu gördü. Saçlardan tutup tereddütsüzce kaldırıp alttaki kağıdı çıkardı. Bir fan mektubuna göre biraz fazla karamsardı. Hatta biraz fazla ileriye giden bir mektuptu bu. Fakat içindeki bilgi değerliydi. Mektubun sonuna geldiğinde şaşırtıcı bir şey yazıyordu. "Oakfield Bankası'nın çatısına bak." Dönüp baktı. Yaklaşık 150 metre ilerideki gökdelenin çatısında siyah giyinmiş biri ona bakıyordu. Ve ay ışığında parlayan bir kılıcı vardı. Bir süre bakışma devam etti. Daha sonra çatıdaki kişi kılıcını ileriye doğru uzattı. Onu işaret ediyordu. Ve kılıcını kınına yerleştirip binanın alt katlarına inmek için kapıya yöneldi ve gitti. Death adamı durdurmak için bir şey yapamazdı. Fakat mektupta yazanlar çok kıymetliydi ve bu işin peşini bırakmamalıydı. Mektupta yazanlara göre 4 kişilik bir suikast ekibi onları teker teker avlayacaktı. Hatta Flame ilk hedefti ve bu saldırı gerçekleşmişti bile... "Umarım Bullet bana aşıktır ve bölgeme beni ziyarete gelir." diye fısıldadı.Ve harekete geçti. İsis'e karşı yapılacak bir saldırı vardı ve bunu engellemesi gerektiği yazıyordu. Burası şehrin İsis'e ayrılan bölgesiydi ve suikast için saldırganın konuşlanacağı yerin tam adresi verilmişti. Hatta tam da o adresteydi. Yeni dostu ona bir kıyak yapmıştı. 43 kat aşağıya inmesi gerekiyordu. Bileğindeki atıcıdan halatın ucunu çıkardı ve bulduğu ilk sabit nesne olan havalandırma bacasına sıkıca bağladı. Ve kendini aşağıya bıraktı. Tamamen gümüş rengiyle kaplanmış pencereler aynadan farksızdı. Fakat açık bir pencere dikkatini çekmişti. Kendini sola doğru yönlendirdi ve pencerenin hizasına geldiğinde durdu. Ve sağındaki açık cama doğru koşmaya başladı. Hafifçe sıçradı ve camdan içeriye hızla daldı. Karşısında Mantar Savaşçıları'ndan biri vardı ve silahlıydı. "Bir de filmlerde sizi asla bulamazlar. Berbat bir tetikçisin adamım." dedi ve bıçağını çekti. Arkasından şafağın ışıkları vururken suikastçı onun bir ölüm meleği olduğuna gerçekten inanmıştı."
Spark Flame'i vuran şanssız suikastçıyı şehrin semalarında bir gezintiye çıkarmıştı. Ve adam tir tir titriyordu. "Şimdi söyle bakalım." dedi Spark. "Kardeşimi niçin vurdun? Sizi kim kiraladı?" Adam korkudan cevap veremiyordu. Gökdelenlere hiç yukarıdan bakmamıştı anlaşılan. "Bizi kimse kiralamadı. Biz kiralık katiller değiliz. Bu işin içine bizzat dahiliz. Büyük bir gücü temsil ediyoruz." dedi ve titremeye devam etti. "Öyle mi? Demek ki oldukça güçlü ve etkilisiniz. Alkışı hak ediyorsunuz." dedi ve anlaştıkları gibi aynı anda onu bırakıp alkışlamaya başladılar. Ve daha sonra hızla dönüp onu yere bir parça at pisliği gibi yapışmadan yakaladılar. "Peki siz yüce suikast ustaları, kiminle çalışıyorsunuz?" diye sordu. Adam bayılacak gibiydi. "Bi-biz, biz..." dedi ve dayanamayarak gözlerini kapadı. Bullet Dragon Brothers'la çok iyi anlaşmıştı ve düşünce şekilleri çok hoşuna gidiyordu. Adam bayılınca Spark'ın yüzünde oluşan hayal kırıklığı ifadesinin aynısını içinde hissediyordu. Daha fazla uzatmadan dönüşe geçmeye karar verdiler. Karargaha girmek için en yakın bina olan Heart of Light'ı kullanmaya karar verdiler. Binanın çatısına indiklerinde Eagle'ın yuvası ilk kez karşısındaydı Bullet'ın. Kahramanlar içinde açık ara en beğenilen oydu. Lider olmasına rağmen Hydra, popüler ve çılgın olmalarına rağmen Dragon Brothers bile bu kadar sevilmiyordu. O da küçükken Eagle hayranıydı. Altından iki dev kanat ve onların arasındaki küçük ev muazzam görünüyordu. "Hadi kapıyı aç." dedi Spark ve onu daldığı hayal dünyasından çekip çıkardı. İlerledi, gittikçe daha fazla yaklaştı ve kapıyı açtı. İçerisi oldukça modern döşenmiş tek odalı bir evdi. Duvarlar Eagle ve eski dostlarının yani kaybettikleri kahramanların birlikte çekilmiş resimleriyle süslüydü. Duvarda oluşmuş bir çerçeve izi vardı ve yerine başkası konulmamıştı. Bullet'ın bunu fark ettiğini gören Spark "Orası Eagle ve Reactor'e aitti." diye açıkladı. "Ama olanları biliyorsun. O gün resmi duvardan alıp Flame'e yaktırmıştı. Dün gibi hatırlıyorum. Şimdi daha fazla oyalanmadan aşağı inelim. Şu asansörü çağır." diye ekledi. Bullet asansörün düğmesine bastı ve beklemeye başladılar. Baygın adam Spark'ın kucağındaydı. Gelmesi 1 dakikaya yakın sürmüştü. Asansöre girdiklerinde Spark adamı yere bıraktı. Adam yere sertçe çarptı. Birkaç dakika sonra karargahın alt katlarındaydılar. Hücrelere gelmişlerdi. Fakat koridorlarda koşuşturan görevlileri gördüklerinde Spark fısıltılı bir sesle küfretti. Bullet yanından geçen ilk kişiyi durdurup neler olduğunu sordu. Adam telaşlıydı fakat derin bir nefesten sonra her şeyi anlattı. "İçeride biri vardı. Onu hiçbir şekilde göremedik. Bir anda Kahin'in hücresinde beliriverdi. Hücreye girdiğimizde kahin her zamanki gibi arkasını dönmüş yoga pozisyonunda oturuyordu. Ama camda bir kesik vardı. Cam kurşun geçirmezdi. Lanet olası bir bazukaya bile dayanacak güçteydi. Ama camda 1 metre boyunda bir yarık açılmış. Ve bunu yapanı hiçbir yerde bulamadık. Kahin bile onun kim olduğunu bilmiyor!" dedi adam. Gözlerinde korku vardı. Adamın gitmesine izin verdi. Ve Spark'a adamı hücresine tek başına götürmesini istedi. Kendisi döndü ve en yakın çıkışa yöneldi. Çıktığında aniden havalanıp evinin yolunu tuttu. Yüksek hızda uçarak evine kısa sürede ulaştı. İçeri girdi. Ve telefonunu aldı. Bir arama yapması gerekiyordu. Kıyafeti tasarladığı yakın dostu Sam'in numarasını buldu ve aradı. Birkaç kez çaldıktan sonra Sam cevap verdi. "Hey Kev, bu sen misin? Öldün sanıyordum!" dedi alaycı bir sesle. Kevin hayatın aslında ne kadar sıradan bir şekilde devam ettiğini fark etti gülümseyerek. "Biliyorum dostum seni ihmal ettim. Fakat buralarda işler çok kızıştı. İlk günlerimde büyük bir komplo ağının ortasında kaldım. Yardıma ihtiyacım var. Acaba bizim hücrelerde kullanılan camlar hakkında bir bilgin var mı?" diye sordu. "Evet bir kaç kez okumuştum. Hatta ufak bir parça edinip üstünde bir kaç deneme yapmıştım. Ama olmuyor. Kırmak imkansız gibi. Elmas olduğundan şüphelenmeye başladım. Dostum dizüstü bilgisayar boyutundaki bir parça 250 bine mal oldu inanabiliyor musun?" dedi hala inanamayarak. Bullet'a bunlar lazım değildi. "Yanılıyorsun. Bugün önemli hücrelerden birinin camında devasa bir yarık açıldı. Ve bunu bir insan yapmış. Söylesene bunu yapabilmek için ne tür bir lazer silahı gerekiyor?" diye sordu. Sam hayret dolu bir sesle küfretti. "Olamaz, bu nasıl olur! Dostum böyle bir camı kesebilmek için gereken lazer jeneratörünün boyutu bir otobüs kadar olmalı. Bu camlar bu yüzden devasa fabrikalarda üretiliyor. Üstelik bunu cama yoğunlaştırıp ateşleyecek bir silahın boyutunu dahil etmiyorum bile." dedi. Kevin hayal kırıklığına uğramıştı. "Anlıyorum. Peki bu nasıl olur? Herif büyücü değildi ya! Bir yolu olmalı. Senden bunu araştırmanı istiyorum." dedi sesinden okunan yorgunluğuyla. Sam bir süre düşündü ve "Belki bir şeyler bulabilirim. Araştıracağım. Ama şimdi kapatmalıyım. Çizgi filmim birazdan başlayacak." dedi. Kevin kendini tutamayıp güldü. "3 gündür izleyemiyorum. Bölümleri kaydet olur mu?" dedi. "Tabi ki. Önceki bölümleri kaydettim bile. Eğer aklına tekrar gelirsem uğrarsın ve izlersin. Kendine dikkat et adamım!" dedi Sam. Kevin kapatmadan önce "Peki dostum, ederim. Bu arada cam olayını çözmeden yanıma gelme." dedi ve kapattı. Sam de bizden biri olmalıydı. Birlikte Dragon Brothers'tan bile daha iyi olabilirdik diye düşündü Kevin. Mutfaktan bir ses gelmeseydi bu konuda keyifli hayaller kuracaktı. Bir anda gerilmişti. Nefesi kesilmiş halde bir süre boyunca hareketsizce kaldı. Dinliyordu. Sesler gelmeye devam ediyordu. Yavaşça bir adım attı. Bunu başka bir sessiz adım izledi. Yavaşça mutfak kapısına yaklaşıyordu. Ve sesler gittikçe artıyordu. Hatta arada bir fısıltı bile duymuştu. "Kahretsin!" demişti mutfaktaki kişi. Kapının yanındaki duvara dayanarak yumruğunu göz hizasına getirdi. Kostümün ışıkları elinde yoğunlaştı ve bir anda etrafında dönerek kapıdan içeri girdi. Buzdolabında yiyecek bir şeyler aramakta olan Death irkilerek kendisini arkasındaki duvara yasladı. Gözleri irileşmişti. "Şey, özür dilerim." dedi sadece. Bullet rahatlamış ve şaşırmıştı. Kendini toparlamaya ve titreyen dizlerini durdurmaya çalışarak "Önemli değil, istediğin kadar alabilirsin." dedi. Death yaramaz bir çocuk gibi gülümseyerek "Yok ben şunun için özür dilemiştim." diyerek eliyle pencereyi işaret etti. Bullet gözlerine inanamıyordu. Pencere camını keserek girmişti. "Salon penceresinin açık olduğunu görmemiş miydin?" Diye sordu kızgın ama gülümseyerek. Death "Oh, şey galiba fark edemedim. Ama ödeyebilirim. Ya da Hydra ödesin. Nasılsa dalgınlığımın sebebi oydu." diyerek savundu kendini. Bullet güldü. "Unuttun mu ben bir milyarderim. En iyisi önlem olarak şu hücrelerdeki kırılmayan camlardan taktırmak. Gerçi artık onlar bile kırılıyor." dedi ve müjdeli haberi Death'e verdi. Death ya şaşırmamıştı ya da bunu çok iyi gizliyordu. "Bir yarık mı? Kılıç izi gibi mi?" Diye sordu. Bullet görmemişti henüz. "Galiba. Kılıç olduğunu nereden çıkardın? Bu camı lazerle bile kesmek imkansız gibi..." dedi üzüntüyle. Death salona doğru yürüdü. Bullet da peşinden gitti. Koltuklardan birine otururken "Bilmiyorum," dedi Death, "Flame'in vurulduğu sırada biri beni Gümüş yumruğa çağırdı. Binanın çatısında Golden Sneak'in başını buldum. Ve şu sabahki adamları ve bizi avlayacakları yerleri saatleriyle beraber veren bir not. Ve en altta karşıdaki binaya bakmam yazıyordu. Binanın çatısında siyah giyinmiş kılıçlı bir adam beni izliyordu. O gitti ve ben İsis'i öldürecek olan herifin icabına baktım. Sonra da sabahki sürpriz girişi yaptım." dedi. Bullet şaşkındı. "Belki arada bir bağ olabilir ama bir insanın böyle bir izi kılıcıyla bırakabileceğini hiç sanmıyorum. Üstelik kahin adamı tanımıyormuş" dedi. İşte bu söz Death'i gerçekten şaşırtmıştı. "Ne demek tanımıyordu? O herkesi tanır. Hem sana söylemem gereken bir şey var. Diğerleri yaygara koparmadan önce bilmeni istiyorum. Bu suikastlerin kimin işi olduğunu öğrendim. Reactor. O geri döndü." dedi. Bullet'ın yüz kasları daha fazla şaşırmasına izin vermeyecek kadar gerilmişti. "O ölmüştü. Bu nasıl olur?" diye sordu. Death bunun bir hata olduğunu biliyordu. Belki de bir hatadan daha fazlasıydı ama bunu anlatmak kendini daha iyi hissettirecekti. "Onu Hydra etkisiz hale getirmişti. O gece tüm şehri yok edecekti. Bunu durdurmuştuk. İnsanlar onun leşini götürdüğümüzü düşünmüştü. Ama sadece yaralı ve baygındı. Onu hapsettik. İşkence ettik. Hydra o gece onu durdurduğunda kolu kırılmıştı. Ve kangren oldu. Kolunu kestiler. Fakat o hep yaşadı. En sonunda bizimle tüm gerçeğini paylaştı. Ve onu öldürmeye o an karar verildi. İşini bitirmek için ben ve Flame gitmiştik. Onu sürükleyerek götürdük. Ama gizlediği bıçağıyla ikimizi de yaralayarak kaçtı." dedi gözleri boşluğa dalmış şekilde. Duydukları Bullet'ı sarsmıştı. "Peki onca zaman bıçağı nasıl saklamıştı?" diye sordu. Cevap dehşet vericiydi."Çünkü ona ben verdim. Bunu ona borçluydum. Ailemin öldüğü gece beni o kurtarmıştı." dedi. Bullet hızla ayağa kalktı. "Bunu nasıl yaptın? Peki senin yaptığına hak verebilirim ama biz kahramanlarız. Nasıl bir mahkuma işkence edebilirsiniz!" diye bağırdı. Yumruğunu sıkmıştı ve elinden yayılan ışık Death'in ıslak gözlerinde patlıyordu. "O haindi. Ama daha bir kaç gün önce benim baba figürümdü. En güçlümüz oydu. En sadığımız da. Sadece bir günde bize nasıl ihanet edebildiğini anlayamıyordum. O tüm bu şehri, kahramanlarıyla, suçlularıyla ve masumlarıyla, beni, seni, herkesi yok edecekti. Ama ben ona o bıçağı verdiğimde bu fikre bir daha asla kapılmayacağından emindim." dedi ve gözlerini elleriyle sildi. "Ama yanılmışsın. O geri döndü ve eğer o gizemli adam yerini söylemese hepimizi teker teker yok edecekti." dedi Bullet. Elinde parlayan ışık sönmüştü. Ve yavaşça yürüyüp elini Death'in omzuna koydu. "Sırrın benimle mezara gidecek. Güven bana." dedi. Death ayağa kalktı. "Biliyorum. Bu yüzden The B yerine sana anlattım." dedi. Bullet gülümsedi. "Ayrıca bana sarılması da hoşuma gitmezdi." dedi ve Bullet'a sarıldı. Bullet'ın beynini çalıştıran çarklar durmuştu. Akciğerlerindeki kazanlar patlamış, midesindeki asit tankları devrilmişti. Kalbindeki marangoz ise daha hızlı çakmaya başlamıştı çivileri. Uzaklardan, galaksinin ötesinden "Kevin..." diye bir ses duydu. "Kevin..." diye tekrar etti ses. Bu sefer daha yakındı. Üçüncü sefer duyduğunda ses kulağının dibinden gelmişti. "Kevin? Uyuyor musun? Reactor şehri yok etti ve sen hala bana sarılıyorsun!" dedi Death. Kevin kendine geldi ve ondan ayrıldı. "Ah, galiba dünya turuna boş yere çıkmışım. Aradığım şey buymuş. Babam bunu asla yapmamıştı." dedi. Death de gülümsüyordu. "Benim de. Tam 15 yıldır..." dedi. Bu söz kendini kötü hissettirmişti. "Üzgünüm, hatırlatmak istememiştim." dedi. Death hala gülüyordu. "Hayır, bir an bile unutmuyorum. Ama önemli değil. Bu beni mutlu etti. Şimdi çıkmalıyız. Hydra'nın şu son dakikalarımızı ima eden sözlerine katlanamam. Ve onun İsis'le olan yıllarını Sun Square'de halka anons ederim!" dedi. Kahkahalarla güldüler. "Şu kırılmaz camı taktırsam iyi olacak. Şu an evimde bir şeytan var!" dedi. Death karnına yumruk attı ve Kevin iki büklüm oldu. "Belki de şehri şeytandan korumak için taktırmalıyım camı ve seni buraya hapsetmeliyim!" dedi.

Viewing all articles
Browse latest Browse all 6235

Trending Articles