Quantcast
Channel: Game Of Thrones Türkiye Forum - Tüm Forumlar
Viewing all articles
Browse latest Browse all 6235

Güneşi Aydınlatan Şehir 4. Bölüm (Final)

$
0
0
"4 bölümlük hikayenin son perdesi. Bu bölümden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." diyerekten sloganı yapıştırıyorum. Umarım beğenilir. Teşekkürleeer :)

3 gün sonra
Longtown kasabası
19.45 suları

"Evet, tıpkı böyle bir yer istiyorum. Ama etrafta bozkır ve küçük tepeler yerine büyük bir orman olsaydı daha çok severdim." dedi Death ağacın tepesindeyken. Bullet karşısındaki güçlü bir dala oturmuştu. "Alpler'e ne dersin? Eskiden sık giderdim. Seveceğine eminim." dedi. Death'in gözleri irileşmişti. "Evet, gerçekten iyi fikir." dedi gülümseyerek. "Flame söz etmişti. Orada şu jet motorlu kaykayıyla snowboard yapmış. Hatta beni götürmeyi bile teklif etmişti." dedi sonra. Bullet'ın yüzünde eğlendiğini gösteren kocaman bir gülümseme vardı. "Evet, bana da senden söz etti. İnkar etmişti ama bence sana fena aşık olmuş. Galiba bu da bir tür balayı görevi onun için." dedi ve "Ama bu görevi ben devralıyorum. Her neyse henüz bu hayaller için erken tatlım. Kazanmamız gereken bir savaş var. Ve daha sonra da başka şeyler." dedi. Death'in yüzü bir anda ciddileşti. "Ne gibi? Yoksa devam etmek mi istiyorsun?" diye sordu Death. "Hayır, ben... Sadece anlamıyorum. Kahin denen şeyi nasıl olur da insanları izlemek için kullanabiliriz? Her gün yeni şeyler öğreniyorum ve bu şaşırtmakla kalmıyor. Güvenimi de sarsıyor. Ellerimizin diğerlerinden daha temiz olmadığını düşünmeye başladım." dedi. Death'in tek kaşı kalkmış garip bir şekilde ona bakıyordu. Ama hiçbir şey söylemedi. "Bazen, yani bilmiyorum. Diyorum ki nasıl bu kadar büyük bir güce sahibiz. Elimizde dünyadaki en büyük bilgisayar ağı var. Tüm şehir bizi seviyor. Ve hiçbir hukuki sorun yok. Geçen yıl en sağlam üyeniz size ihanet etti. Şehir neredeyse yok olacaktı. Ama Reactor düştü. Ertesi gün hayat normal bir şekilde devam etti. Söylesene bu nasıl olabilir?" Bullet içini döküyordu. Ve bu iyi geliyordu. Sonuçta sevgililer bunun için vardı. Tüm gün derdini dinlemek için yapıyorlardı bu işi. Death hala tek kaşı havada bakıyordu. "Kevin, biz bu şehrin koruyucularıyız. Bize muhtaçlar. Bizden vazgeçemezler." dedi. Bullet başını olumlu anlamda salladı. "Evet öyle. Ama Batman hiçbir zaman hükümetin adamı olmadı değil mi? X-Men her zaman devlet politikalarıyla ters düşüp avlandı. Peki biz neden böyleyiz? Neden sorgulanamaz bir gücümüz var? Ve bir de şu mesele var, babam. 1 sene önce Reactor şehri tehdit ederken sürekli telefon konuşmaları yapardı. Ve her şeyin son bulduğu o gün evde değildi. Döndüğünde bitkin ve hırpalanmıştı. Bana çatışmanın ortasında kaldığını söyledi ama bileklerindeki kelepçe izleri bana farklı şeyler söylüyordu. Bana hiçbir açıklama yapmadı. Ve ben 3 gün önce onun üst düzey yöneticilerimizden olduğunu öğreniyorum. Ne demek bu? Bizi şirketler mi finanse ediyor? Onların maşası ya da paralı askerleri miyiz? Babam beni bu işe bilerek mi soktu? Yoksa benden bazı beklentileri mi var anlayamıyorum." dedi ama Death'in şaşkınlığı ve yüzündeki hayal kırıklığı onu geri adım atmaya zorluyordu. "Bak, buraya bunları konuşmaya gelmediğimizi biliyorum. Üzgünüm. Ama aklıma takılmıştı. Ve anlatmak omzumdaki yükü hafifletti.” dedi ve Death’in gözlerine baktı. Ortamı yumuşatmanın tam sırasıydı. “Bazı insanların göz renginin bu tonuna White Walker mavisi dediklerini biliyor muydun?” Death gülümsemeye başladı. “Sen ve şu ilginç bilgilerin…” dedi. “Evet biraz çokbilmiş olduğumu kabul edebilirim. Burada büyük bir tehlikeyle yüz yüze olduğumuzu da biliyorum. Ve şey, onca tehlikenin arasında hatırla ve ölme diye söylüyorum. Seni seviyorum." dedi ve gülümsedi. Death'in yüzündeki ciddi ifade silindi ve gülümsedi. Bullet'ın yanağını okşadı. "Sadece son kısmı söylesen olmaz mıydı?" dedi ve belinden çıkardığı bıçağı Bullet'ın boğazına sapladı. Genç adam yüzünde anlayamamış şaşkın bir ifadeyle, gözleri irileşmiş bir şekilde titriyordu. Boğazından akan kan yüzünden boğuluyordu ve sözleri iğrenç baloncuklu bir hırıltı olarak çıkıyordu. Kısa bir sürede hareketsiz şekilde oturduğu dalda öldü.
Death ağaçtan aşağıya atladı. Yüzünde öfke vardı. Geldikleri eve 150 metre vardı ama mısır tarlasının içindeydi ve hiçbir şeyi göremiyordu. Bir süre körlemesine ilerledi. Ve tarladan çıktı. Çiftlik evinin çitlerinden atladı. Evin kapısını sertçe açarak içeri girdi. Herkes salondaydı. Çocuk hayranı olduğu Eagle'ın peşindeydi yine. Annesi, büyükannesi ve İsis bir aradaydı. Ve Büyükbabası The B ile birlikteydi. O salonun uzak köşesinde şöminenin yanında ayakta duran Hydra ve Spark'a yöneldi. "Hanginiz söyledi?" diye sordu. "İsis Hydra ne derse onu yapar. The B bile bu kadar ahmak olamaz. Ama sen Hydra, başkalarına gizli kalma emirleri verirken kendin açık verecek kadar aptalsın. Ve sen ateşli kertenkele, hayatında ilk kez bir şeyi ciddiye aldığında koca şehir yok olmak üzereydi! Siz ikinizden biri ona bilmemesi gereken şeyler anlatmış." dedi. "Ben de daha fazlasını öğrenmesine yardımcı oldum. Cennette bizimle ilgili her şeyi öğrenecek!" dedi. Hydra duydukları karşısında elindeki bira şişesini yere düşürdü. "Sen ne yaptın! Kimseye sormadan nasıl bunu yapabilirdin? Onun kılına zarar gelmemesi gerektiğini söylememiş miydim ha?" diye bağırdı ona. Sonra Spark'a döndü. Spark donup kalmıştı. "Ben... Bilmesi gerek diye düşünmüştüm. Bunun nesi yanlıştı ki? Bizden biriydi ve işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmeliydi. Yanılıyor muyum?" dedi titreyen bir sesle. Karşısında öfkeli bir Hydra ve daha öfkeli bir Death varken en cesur insanlar bile korkardı. "Hayır yanılıyorsun! Hiçbir şey bilmemeliydi. Onun ne kadar kilit bir rolde olduğunu bilmiyor musun? Gerçekte ne olduğumuzu bilirse başımıza nasıl bir bela açacağını anlatmamış mıydım? O da bizden biri olacaktı. Ama daha yılları vardı. Ve daha ilk ayını doldurmadan sorgulamaya başladı. Adam bir teknoloji dehası! Bu ipuçlarını birleştiremez mi sandın?" dedi Hydra bağırarak. Herkes duymuş ve yanlarına gelmişlerdi. Bullet'ın ölüm haberi şok ediciydi. Ve asıl bela başlarına yeni açılmıştı. Bullet'ın babası Frank McCole onların baş belası yöneticilerindendi ve Hydra Bullet'ı aralarına alırken o da dahil kimseye haber vermemişti. Onu Frank'e karşı bir koz olarak kullanacak ve üstlerindeki baskısını yok edecekti. Ve zamanı geldiğinde de ondan kurtulacaktı. "Frank canımıza okuyacak." diye homurdandı The B. Haklıydı. Kimsenin söyleyecek sözü kalmamıştı.
Hydra oynadığı kumarı kaybetmişti ve bunun bir bedeli olacaktı. Üst kattan gelen ses duyulana kadar kimseden çıt dahi çıkmamıştı. "Geliyorlar!" diye bağırmıştı Flame. Evet, o da gelmişti. Yarası iyi durumdaydı ve bir kaç özel numarayla daha da iyi olmuştu. Özel bir serum verilmişti ve 2 günde toparlanmış ve gücünü toplamak için çalışmaya başlamıştı. Ve şimdi onun gücüne de ihtiyaçları vardı. "İkiniz daha sonra hesap vereceksiniz." dedi Hydra ve maskesini taktı. Kahramanlar ev halkına, özellikle küçük Jack ve annesine evde kalmalarını, ne olursa olsun onlardan işaret gelmeden çıkmamalarını öğütledi. Ve kapıya çıktılar. Mısır tarlalarında hareketlilik vardı. Evin etrafındaki 50 metre yarıçapındaki boş alan onların savunma hattı olacaktı. Çitlere kimsenin ulaşmasına izin verilmeyecekti. Evin çatısında karanlıkta Death etrafı seyredecek ve Kılıçlı Adam veya diğerlerinin yapacağı gizli hareketleri engelleyecekti. Diğerleri düz bir çizgi halinde karşılarına çıkan düşmanı bekliyordu. Flame ve Spark iki yanda kaykaylarıyla yerden 1 metre havalanmışlardı. İsis ve Eagle ortadaki The B ve Hydra'nın güçlü savunmasına destek olacaktı. Ve mısır bitkileri sarsılmaya devam ederken aralarından ilk kişi çıktı. Ve peş peşe gelmeye devam ettiler. İri yapılı iki düzine adam karşılarına dikilmişti. Sağ ve sollarına da birer düzine adam gelmişti. Önlerinde daha farklı giyinmiş biri vardı ve liderleri olmalıydı. Hydra bir adım öne çıktı. "Efendiniz nerede? Reactor gelemeyecek kadar korkuyor mu hala bizden?" dedi öfkeli sesiyle. Mantar Savaşçıları'nın lideri konuştu. "Efendimiz gölgelerin arasından ortaya çıkmak için en uygun anı biliyor. Ve o ana kadar sizin işiniz bitmiş olacak. Ona yaptıklarınızı yaşayacaksınız. Sizi bağlayacağız. Ve hiçbir kaçışınız olmayacak. Ancak o zaman onu göreceksiniz." dedi ve sırtından bir kılıç çekti. Diğerleri de aynı anda kendi silahlarını çekti. "Bu arada, halkınızın bize verdiği isim hoşumuza gitti. Mantar Savaşçıları... Tıpkı atom bombası gibi." dedi harekete geçti. İki grup aynı anda birbirlerine saldırdılar. Hydra kemerinin iki yanından birer bıçak çekti ve karşısındaki iki kişi ona ulaşamadan onlara fırlattı. Sonra üçüncü birinin elindeki nunchakuyu bileğini kırarak aldı ve onunla diğerlerine saldırdı. TheB'nin yumruklarıyla yapabildikleri muazzamdı. Yumruğu yiyen düştüğü yerden kalkamıyordu. Eagle eldivenindeki altın pençelerle ona yaklaşan herkesi kesip biçiyordu. Dövüşteki hızı ve seri hareketleri muazzamdı. Bu arada Mantarlar'dan biri belinden bir silah çıkarmıştı. Bunu gören Spark bileğindeki bir tuşa bastı. "İşte bize bu yüzden Dragon Brothers diyorlar!" diye haykırıp elini onlara uzattı. Ama adamların arasına dalan Flame'i gördü ve "Lanet olsun!" diye bağırarak son anda kaykayıyla yükseldi. Bileğindeki namludan kükreyerek fışkıran alevler karanlık geceyi gündüz gibi aydınlatmıştı. Silahlı adam İsis'e namlusunu doğrultup ateş etti. Kadın aldığı isabetle katılaşarak yere düştü. Titriyordu. Bu bir şok tabancasıydı. Daha sonra bir başkası aynı türden silahıyla Eagle'ı vurdu. Hydra bir süre direnebildi ama o da aynı şekilde vuruldu. The B'yi indirebilmek içinse 3 kişinin vurması gerekmişti. Geriye sadece Spark ve Flame kalmıştı. "Dostum eğer karşıma çıkmasan Smaug'la herkesi kızartmıştım." dedi bileğindeki tüpü göstererek. "Yazık olmuş," dedi Flame. "İçimden bir ses başımızın belada olduğunu söylüyor." diye ekledi Mantarlar onlara yaklaşırken...
Hydra gözlerini açtığında bağlıydı. Kaybettiklerinin o zaman farkına vardı. The B de uyanıktı ve diğerlerinin hala bilinci kapalıydı. "Galiba buraya kadar Jerry, işimiz bitti." dedi Hydra. Sesi umutsuzdu. Ama The B hala huysuzdu. "Bana bir kez daha bu isimle seslenirsen işin daha erken biter. Sana susmanı öneririm. Çünkü göreceklerin için yaşamaya değer." dedi. Sözü Hydra'nın garibine gitmişti. The B şairane konuşuyorsa buradan kurtulmak imkansız değildir diye düşündü. Reactor'e de bol esprili bir konuşma hazırlamıştı ve bu çok hoşuna gidecekti. Mantarlar'ın esas duruşa geçtiğini fark eden Hydra sağına baktı. Gölgelerin arasından çıkan düşmanı tıpkı eski günlerdeki gibiydi. Şaşkınlıkla gözlerine baktığında 15 yıl önceki küçük kızı görmüştü. "Jane!" diye haykırdı.
Death hiçbir tepki vermeden karşısına geldi ve getirilen sandalyeye oturdu. "Evet, Jane. Yüzüne bakıyorum da masumlarla adi pisliklerin aynı şekilde korktuklarını görüyorum. Bullet'ın gözleri de böyle irileşmişti. Ona yazık oldu. Ama her şeyi riske atmasına izin veremezdim. Çocuk inanıyordu Nick! Gerçek bir kahramandı. Ama onu emellerimize alet ettik. Daha doğrusu sen. Ne de olsa kendini yükseltmek için insanları öldüren bir pisliksin. Herkes bunu bilecek. Kendine düşmanlar yaratıp onları yok ederek şehri ele geçirdiğinizi herkes öğrenecek. Ve 15 yıl önceki her şeyi. Aslında bunun için buradayız. Ailemin ölümünün de senin planının parçası olduğunu biliyorum. Ama küçük kız yangından kurtulup hepinizi yok etmeye geldi." dedi. Sesi yılan kadar soğuk ve sinsiceydi. Hydra olanlara anlam veremiyordu. "Reactor'ü sen serbest bıraktın değil mi? Peki o nerede? Patronun o mu sürtük?" dedi ve sert tokat suratında patladı. Ama vuran kişi arkasındaydı. "Onunla düzgün konuş!" diye uyardı. Hydra sesi tanımıştı. Bu Flame'in sesiydi. "Sen de mi?" diye sordu Hydra. Yıkılmıştı. "Ağabeyin bizden biri. Ona nasıl ihanet edebildin?" dedi. Flame etrafından dolanarak karşısına geçti. "İhanet eden biz değiliz. Sizsiniz. Sizden önceki kahramanlara ihanet ettiniz. Ve eğer Jane olmasaydı benimle birlikte gelecek nesilleri kirletecektiniz. Size katıldığımda ben de Bullet gibi saf ve cesurdum. Ama gerçeklerle yüzleştikçe pişmanlık duymaya başladım. Ve sonra Death bana bir amaç verdi. Bu kirli düzenin çarklarını yok etme fırsatı. Sonsuza dek hain olarak anılacaksınız. Hepiniz. Ve biz sizin bıraktıklarınızı düzelteceğiz. Sonra da gideceğiz. Çok uzaklara. Bu şehrin lanet ışıklarının ulaşamadığı bir yere. Bu kadar fazla aydınlatma gerekiyor muydu Nick? Şehirdeki ‘ışık’ takıntısından dolayı geceleri uyuyamıyorum!" dedi ve gülümsedi. "Reactor tamamen hayali biriydi. Kendisi şu an nerede bilmiyorum ama Light City'ye adımını bile atmak istemediğini hatırlıyorum. Her şeyi tamamen biz yaptık. Flame'in vurulması da dahil. Onu sol omzundan vurdurttum. Ölmeyecekti ama kalbine nişan alındığını düşünecekti herkes... İsis'in suikastini de engelledim. Kılıçlı Adam bana onun yerini söylemişken durdurmamak çok riskli olacaktı. İkimiz de mükemmel oynadık rolümüzü. Reactor'den öyle korkmuştunuz ki bizi fark edemediniz bile. Şimdi de ölmeniz gerekiyor. Diğerlerinin uyanmasını beklemeye gerek yok, 15 yıldır bekliyorum zaten. Daha fazla drama istemiyorum, yakın." diye emir verdi Death Mantar Savaşçılarına. Adamlardan biri benzin bidonunu boşaltırken diğerlerinin bilinci yavaş yavaş açılıyordu. Hiçbiri tam anlamıyla neler olduğunu anlayamadan baktılar alevlerin tadına. Çığlıklar yükseliyordu. Ama The B hiç bağırmadı. Bir fil dayanıklılığında olmuştu hep. Ama alevler onu da küle çevirmişti. Flame ve Death gözlerini kırpmadan seyrettiler. Yıllar sürmüştü. Ama planladığı gibi onlar yanarken oturup seyrediyordu. Yıllar boyunca intikam için gün sayıyordu Death. Kahramanlar on yıllardır Light City'nın savunucuları olmuşlardı. İstisnasız her tehdidi durdurmuşlardı. Ama en büyük tehdit aralarına katılan genç Nicholas Dawkins olmuştu. Hırsla doluydu. Güç istiyordu. Lider olana kadar çalışmış ve büyük bir kahraman olmuştu. Ama zirvede olmak onu değiştirmemişti. Daha fazlasını istiyordu. Böylece kendi elleriyle düşmanlar ve saldırılar kurgulayarak şehirdeki büyük şirketlerle bağlantılar kurdu. Daha sonra aynı yollarla resmi makamlara sızdı. Tüm şehri kontrolü altına almıştı. Ve eski kahramanların yerine gelenler bir süre sonra düzenin parçası olmuşlardı. Lanet dünyanın en onurlu görünen adamı Eagle bile.
Ve şimdi her şey bitmişti. Tüm ihtişamlarıyla birlikte bir avuç küle dönüşmüşlerdi. Death'i derin düşüncelerinden ayıran Flame oldu. "Bir şey soracağım," dedi. "Bullet öldüğünde kostümün ışıklarının da sönmesi gerekmiyor muydu? Sinir sistemine bağlıydı. Böyle söylemişti." Dönüp arkasında kalan tarlaya baktı Death, uzun mısır bitkilerinin arasında ağaç oldukça heybetli görünüyordu. Ve ağaçta kırmızı bir ışık vardı ve gittikçe güçleniyordu. Death sandalyesinden ayağa fırladı. "Boğazına bıçak sapladım ve ölene kadar başında bekledim. Kostümün kendisi hareket ediyor olabilir mi?" diye sordu. Ve aniden dalların arasından fırlayıp havalandı kırmızı şekil. Ve hızla batıya, muhtemelen Light City'ye uçarak gözden kayboldu. Death ve Flame birbirlerine bakıyorlardı. "Her neyse cehenneme kadar yolu var. Ayak altında dolaşmasın da isterse Bullet hayata dönsün." dedi Death. "Peki şu Kılıçlı Adam ne olacak? Hakkımızda bir şeyler biliyor. Öylece bırakıp gidemeyiz." dedi Flame. Death tekrar Flame'in karşısına, sandalyesine oturdu. Kahramanların leşleri hala alev alev yanıyordu. Ve Death'in gözleri alevler yüzünden parıldıyordu. "İçimden bir ses ona asla bulaşmamamızı söylüyor. Ama bizimle ortak bir amaca hizmet ediyordu. Biz olmasak o bunları yapacaktı. Ve kabul etmeliyim, beni bile korkutuyor. Kim olduğunu bilmiyorum fakat düşman olacağımızı sanmıyorum." dedi.
Bullet, yani nam-ı diğer Kevin McCole'ün en yakın arkadaşı Sam her zamanki gibi bilgisayar başında uyuya kalmak üzereydi. Fakat bilgisayardan gelen "Çatıda seni bekliyorum." sesi onu bir anda sıçratmıştı. Sürekli tekrar eden bir sesti. Bilgisayarını kapatıp gözlerini ovuşturdu. Gece yarısı bile olmamıştı. Mesaja da pek anlam verememişti. Dairesinden çıkarak asansör yoluyla en üst kata çıktı. Oradan da çatıya... Mesajı yollayan kişiyi gördüğünde hayal kırıklığına uğramıştı. Daha ilginç bir konuk bekliyordu. "Sana pencereden girebileceğini kaç defa söylemem gerekiyor dostum? Her neyse, gel bir şeyler içip konuşalım." dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Bullet çatının üstünde havada süzülüyordu. "Hayır." dedi Bullet'a göre daha ihtiyar ve mekanik bir ses. Sam adım attığı yerde donup kaldı ve arkasına döndü. "Kev, bu sen misin?" diye sordu. "Hayır. Bullet bu akşamüzeri öldürüldü. Kahraman Death tarafından. Ve tüm kahramanlar onun tarafından yok edildi. Buraya dostunun ölüm haberini vermeye geldim. Ve seninle tanışmaya..." dedi ses. Sam dikkatli baktığında Kevin'ın boğazındaki yarığı gördü ve bir anda dizlerinin üstüne çöktü. Ağzı açık halde dehşetle izliyordu. "Seni ilk kez fark ettim Samuel Taichi Nagashima. Söyle, bunca zaman nasıl benden saklayabildin kendini?" diye sordu ses. Sam'in şaşkınlığı bir kat daha artmıştı. "Kahin?" diyebildi sadece. "Evet bana böyle hitap ederlerdi. Şimdi anlıyorum. Karşıma çıkıp bana o soruyu soran sendin. Ve hücre camında bir iz bırakmıştın. Üstündeki kostüm tıpkı Bullet'ınki gibiydi. Aynı teknoloji. Sen yaptın demiştim Bullet'a. Ama anlayamıyordum. Söyle bunu nasıl yaptın?" Sam ayağa kalktı. "Bilirsin, sonuçta bir bilgisayardan ibaretsin. Ve her bilgisayar hacklenebilir." dedi. Elini cebine soktu. Cep telefonuyla kostümünü ve kılıcını çağıracaktı. Bunun için bir yazılım geliştirmişti. "Hayır, buna gerek yok. Savaşmaya gelmedim. Evet bir bilgisayar olabilirim ama insan duygularını anlayabilecek kadar geliştirdim kendimi. Kaybın için üzgün olduğumu söyleyebilirim. Ve bir şey daha var: Öfkeliyim. Şimdi git ve tüm şehre doğuşumu müjdele. Hatta tüm dünyaya. Çünkü sizin için geri döneceğim." dedi ve içindeki cesetle birlikte müthiş bir hızla uzaklaştı. Gökyüzündeki kırmızı çizginin uzaklaşarak yok oluşunu izlerken Sam sadece düşündü. Ve "Siz aptallar ne yaptınız böyle?" diye fısıldadı. Gece yarısına hala 2 saat vardı. Ve şehrin ışıkları her yeri gündüz gibi aydınlatıyordu.

Viewing all articles
Browse latest Browse all 6235

Trending Articles