Açıklamayı sona bırakıp bir an önce sonuçları açıklıyorum:
KUZEY KRALLIĞI(STARK): @daldakor
VADİ KRALLIĞI (ARRYN): @Aviendha
KAYA KRALLIĞI (LANNISTER): @Gümüş Prens
MENZİL KRALLIĞI (GARDENER): @Tinuviel Luthien
DEMİR ADALAR KRALLIĞI (HOARE): @Jojen Reed
* Greyjoy Hanesi: @Ahenkdâr
FIRTINA KRALLIĞI (DURRANDON): @Viserion (Hazırlık sürecindeki uğraşlarından dolayı teşekkür ederiz)
DOĞU DORNE KRALLIĞI (MARTELL): @Emilio Toland
* Batı Dorne: (Martell): @phoenix
- Tyrell Hanesi: @Eowyn
- Redwyne Hanesi: @chelestis
- Hightower Hanesi: @nyx
- Royce Hanesi: @Rhaegar Targaryen
- Harlaw Hanesi: @Benjen Stark
- Karstark Hanesi: @Dondarrion
- Grandison Hanesi: @Ser Ilyn Payne
- Coldwater Hanesi: @Maytere
- Dayne Hanesi: @Lord Snow
- Reyne Hanesi: @RainsofCastemere
- Brax Hanesi: @"Ser Beowulf"
- Manderly Hanesi: @Sansa
- Yronwood Hanesi: @Brannn
- Glover Hanesi: @Anguy
- Umber Hanesi: @"Jon Kar (Sur Piçi)"
- Westerling Hanesi: @MimarBrandon
- Oakheart Hanesi: @Margaery the Queen
- Toyne Hanesi: @vøØÐØø
- Benefort Hanesi: @The Young Lion
- Tarth Hanesi: @Gruzor
- Uller Hanesi: @Robett Glover
- Tully Hanesi: @Alayne Stone
- Payne Hanesi: @Laszlö
- Tarly Hanesi: @OursistheFury
- @Dragonborn
- @Lukaleo
- @roose
- @RobertBaratheon.
- @Odaxre
- @squalo
- @The Young Lion
- @Lord Emre Sakin
- @"Libertian9" (Kurallara aykırı başvuru)
Haneler ve bağlı oldukları krallıklar:
Ek olarak yazdığı mükemmel hikaye için @Jojen Reed e teşekkürler.
Hazırlık sürecinde projeye destek verip denemelerimize katılan: @Viserion @Sinister @Ser Robert Strong @Hear Me Roar üyelere teşekkürler.
Son olarak bu büyük proje için saatlerini harcayan RP Ekibine @Vamos Bien @Sör Jaime Lannister @Aviendha @"Tinuviel Luthien" kişisel teşekkürlerimi sunuyorum.
7 KRAL
KUZEY KRALLIĞI(STARK): @daldakor
VADİ KRALLIĞI (ARRYN): @Aviendha
KAYA KRALLIĞI (LANNISTER): @Gümüş Prens
MENZİL KRALLIĞI (GARDENER): @Tinuviel Luthien
DEMİR ADALAR KRALLIĞI (HOARE): @Jojen Reed
* Greyjoy Hanesi: @Ahenkdâr
FIRTINA KRALLIĞI (DURRANDON): @Viserion (Hazırlık sürecindeki uğraşlarından dolayı teşekkür ederiz)
DOĞU DORNE KRALLIĞI (MARTELL): @Emilio Toland
* Batı Dorne: (Martell): @phoenix
MINOR HANELER
- Tyrell Hanesi: @Eowyn
- Redwyne Hanesi: @chelestis
- Hightower Hanesi: @nyx
- Royce Hanesi: @Rhaegar Targaryen
- Harlaw Hanesi: @Benjen Stark
- Karstark Hanesi: @Dondarrion
- Grandison Hanesi: @Ser Ilyn Payne
- Coldwater Hanesi: @Maytere
- Dayne Hanesi: @Lord Snow
- Reyne Hanesi: @RainsofCastemere
- Brax Hanesi: @"Ser Beowulf"
- Manderly Hanesi: @Sansa
- Yronwood Hanesi: @Brannn
- Glover Hanesi: @Anguy
- Umber Hanesi: @"Jon Kar (Sur Piçi)"
- Westerling Hanesi: @MimarBrandon
- Oakheart Hanesi: @Margaery the Queen
- Toyne Hanesi: @vøØÐØø
- Benefort Hanesi: @The Young Lion
- Tarth Hanesi: @Gruzor
- Uller Hanesi: @Robett Glover
- Tully Hanesi: @Alayne Stone
- Payne Hanesi: @Laszlö
- Tarly Hanesi: @OursistheFury
BOŞ HANELERDEN BİRİNİ SEÇME ŞANSI OLAN ÜYELER
- @Dragonborn
- @Lukaleo
HANELERE YERLEŞEMEYEN ÜYELER
- @roose
- @RobertBaratheon.
- @Odaxre
- @squalo
- @The Young Lion
- @Lord Emre Sakin
- @"Libertian9" (Kurallara aykırı başvuru)
Haneler ve bağlı oldukları krallıklar:
Spoiler:
The North (Stark)
Kuzey krallığına Bağlı Haneler;
- Bolton Hanesi
- Dustin Hanesi
- Reed Hanesi
- Karstark Hanesi
- Mormont Hanesi
- Umber Hanesi
- Glover Hanesi
- Manderly Hanesi
The Stormlands (Durrendon)
Fırtına Toprakları Krallığına Bağlı Haneler;
- Swann Hanesi
- Selmy Hanesi
- Estermont Hanesi
- Penrose Hanesi
- Grandison Hanesi
- Tarth Hanesi
- Caron Hanesi
- Toyne Hanesi
The Reach (Gardener)
Menzil Krallığına Bağlı Haneler;
- Tyrell Hanesi
- Ashword Hanesi
- Hightower Hanesi
- Florent Hanesi
- Oekhearth Hanesi
- Redwyne Hanesi
- Rowan Hanesi
- Tarly Hanesi
The Rock (Lannister)
Kaya Krallığına Bağlı Haneler;
- Marbrand Hanesi
- Westerling Hanesi
- Brax Hanesi
- Payne Hanesi
- Crakehall Hanesi
- Benefort Hanesi
- Reyne Hanesi
- Tarbeck Hanesi
Dorne (Martell)
Dorne Krallığına Bağlı Haneler;
- Yronwood Hanesi
- Dayne Hanesi
- Allyrion Hanesi
- Manwoody Hanesi
- Fowler Hanesi
- Uller Hanesi
- Toland Hanesi
- Gargalen Hanesi
Mountain & Vale (Arryn)
Dağ ve Vadi Krallığına Bağlı Haneler;
- Royce Hanesi
- Belmore Hanesi
- Corbray Hanesi
- Hunter Hanesi
- Redfort Hanesi
- Waynwood Hanesi
- Coldwater Hanesi
- Grafton Hanesi
The Iron Isles (Hoare)
Demir Adalar Krallığına Bağlı Haneler;
- Greyjoy Hanesi
- Tully Hanesi
- Frey Hanesi
- Bracken Hanesi
- Darry Hanesi
- Harlaw Hanesi
- Blacktyde Hanesi
- Mallister Hanesi
Kuzey krallığına Bağlı Haneler;
- Bolton Hanesi
- Dustin Hanesi
- Reed Hanesi
- Karstark Hanesi
- Mormont Hanesi
- Umber Hanesi
- Glover Hanesi
- Manderly Hanesi
The Stormlands (Durrendon)
Fırtına Toprakları Krallığına Bağlı Haneler;
- Swann Hanesi
- Selmy Hanesi
- Estermont Hanesi
- Penrose Hanesi
- Grandison Hanesi
- Tarth Hanesi
- Caron Hanesi
- Toyne Hanesi
The Reach (Gardener)
Menzil Krallığına Bağlı Haneler;
- Tyrell Hanesi
- Ashword Hanesi
- Hightower Hanesi
- Florent Hanesi
- Oekhearth Hanesi
- Redwyne Hanesi
- Rowan Hanesi
- Tarly Hanesi
The Rock (Lannister)
Kaya Krallığına Bağlı Haneler;
- Marbrand Hanesi
- Westerling Hanesi
- Brax Hanesi
- Payne Hanesi
- Crakehall Hanesi
- Benefort Hanesi
- Reyne Hanesi
- Tarbeck Hanesi
Dorne (Martell)
Dorne Krallığına Bağlı Haneler;
- Yronwood Hanesi
- Dayne Hanesi
- Allyrion Hanesi
- Manwoody Hanesi
- Fowler Hanesi
- Uller Hanesi
- Toland Hanesi
- Gargalen Hanesi
Mountain & Vale (Arryn)
Dağ ve Vadi Krallığına Bağlı Haneler;
- Royce Hanesi
- Belmore Hanesi
- Corbray Hanesi
- Hunter Hanesi
- Redfort Hanesi
- Waynwood Hanesi
- Coldwater Hanesi
- Grafton Hanesi
The Iron Isles (Hoare)
Demir Adalar Krallığına Bağlı Haneler;
- Greyjoy Hanesi
- Tully Hanesi
- Frey Hanesi
- Bracken Hanesi
- Darry Hanesi
- Harlaw Hanesi
- Blacktyde Hanesi
- Mallister Hanesi
EN BAŞARILI 3 BAŞVURU
@Eowyn
Spoiler:
Jolene Gardener Tyrell
Menzil krallarından en barışçıl olan Harry Gardener'in en büyük çocuğu ve tek kızıdır. Altın sarısı saçları, kahverengi gözleri vardır. Minyon yapılıdır. Yüzü kusursuz bir tablo gibidir. Son derece zeki ve politik hamlelere yatkındır.
Kral Harry, kendini bildi bileli sevdiği kuzeni Flora ile evlenme şansını yakalamıştır. Kraliçe Flora düğünlerinden kısa bir süre sonra hamile kalmıştır. Yüksekbahçe'nin etrafını saran büyük bahçelerden sarı güllerle dolu olan bahçede nedimeleri ile yürürken doğum başlamıştır ve Jolene oracıkta doğmuştur. Kraliçe Flora doğumdan sonra üç gün daha dayanabilmiştir. Kral Harry, sevgili Flora'sının ölümünden sonra kendini Jolene'e adamıştır. Jolene sekiz yaşındayken bütün danışmanları Kral Harry'e yeniden evlenmesi ve bir erkek çocuk sahibi olması konusunda uyarmıştır. Harry, Jolene'nin elini tutmuş, danışmanları tarafından seçilen gelin adaylarının yanına gitmiştir. Evleneceği yeni kişiyi kızı Jolene ile seçen Harry, Amanda Hightower ile evlenmiştir. Kraliçe Amanda Hightower, Kral'a iki sağlıklı erkek çocuğu verse de Harry her zaman Jolene'i daha çok sevmiştir. Harry neredeyse bütün gezilerine ve toplantılara Jolene ile gitmiştir. Lannister Krallarıyla kârlı anlaşmalar yapmış ve kendi döneminin neredeyse kansız olarak barış içerisinde geçmesini sağlamıştır.
Jolene 17 yaşına geldiğinde güzelliği doruk noktalarına ulaşmıştır. Güzelliğini anlatan hikayeler kıtanın dört bir yanına yayılmıştır. Hatta dönemin Lannister kralı Tommen Lannister, Jolene ile evlenmek istemiştir fakat Harry onay vermemiştir. Jolene'nin 18. isim gününde, Gardener'lerin en yakın kuzenleri Florent'lerin en büyük oğlu Arry Florent ile nişanlandığı duyurulmuştu. Kral Harry bu kararı çoğunluğu Florent olan danışma konseyiyle kızına sormadan almıştı. Çünkü Harry, kızının kalbinde kimsenin olmadığına emindi. Fakat Jolene hayvan yetiştirmesiyle ünlenmiş ve sarayda bunun sayesinde tanıdık bir sima olmuş, en büyük erkek kardeşi Prens Matt'in en yakın arkadaşı Leo Tyrell'e gönlünü kaptırmıştı. Leo Tyrell soylu değildi. Leo'nun babası ticaret yaparken gelişmiş, saraya yakın bir sokaktan köşk alabilecek ve Leo'nun sarayda okumasına yetecek kadar para kazanabilmişti. Leo, bitkiler ve hayvanlar konusunda uzmanlaşmıştı. Ava çıkmaya bayılan Prens Matt için en iyi şahinleri yetiştirmişti. Prens'in en yakın arkadaşı olmak onu sarayda popüler bir yüz haline getirmişti. Onun bu kadar popüler olmasının bir sebebi de şüphesiz yakışıklılığıydı. Leo Tyrell, kahverengi bukleli saçları, mavi gözleri, kusursuz yüzü, muhteşem gülümsemesi ve uzun boyuyla etkileyici bir delikanlıydı.
Jolene, Leo Tyrell için beslediği aşka karşılık bulmuş fakat sonrasında nişanlanmıştı. Soylu olmayan Leo'nun elinden bir şey gelmezdi. Jolene, kraliyet ailesinden sonra en soylu aile olan Florent'lerin oğluyla evleniyordu. Kral Harry, düğünden bir gün önce "Altın Gülü" olan kızı için hazırlattığı hediyeleri odasına götürdüğünde kızını ağlarken bulmuştu. Bütün gece süren konuşmalarından sonra Harry, kızından gerçeği öğrenmişti. Bir günde yaptığı hamlelerle düğün gecesine darbe yaptırdı Kral Harry. Herkes düğünün yapılacağı Büyük Bahçe'ye Jolene'nin Arry Florent ile girmesini beklerken, Leo Tyrell ile girdi. Bütün davetliler şok oldu. Leo Tyrell halktan basit biriydi, sadece bir hayvan yetiştiricisiydi. Harry damadını soylulaştırabilmek için kendisinin, Yüksekbahçe'nin kahyası yaptı ve Tyrell soyunu Yüksekbahçe ve Menzil Krallarının kahyalığıyla onurlandırdı. Leo Tyrell sancağına güzeller güzeli karısı Jolene'nin lakabı olan altın gülü aldı.
Leo Tyrell, elinde bütün krallığın işleriyle ortada kaldı. Siyaset ve politika hakkında hiçbir şey bilmeyen Leo'nun yardımına Jolene yetişti. Son derece keskin bir siyasi zekaya sahip olan Jolene eşine verdiği akıllarla Leo'nun parlamasını ve Tyrell isminin ön plana çıkmasını sağladı. Jolene ile Leo; Luthor, Victor ve Garlan adında üç erkek çocuk sahibi oldu. Jolene çocuklarının eğitimine büyük önem verdi.
En büyük oğlu Luthor Tyrell, Jolene'nin erkek kardeşi Kral Matt Gardener'e kahya olarak hizmet etti. Kral Harry'nin ölümüyle bozulan barış ortamından Menzil Krallığı'nın neredeyse kayıpsız kurtulmasını sağlayarak Tyrell ismini yüceltti. Tyrell soyu her kral döneminde kendini daha da ön plana çıkardı. Menzil'in diğer aileleri onlara "Güçlenerek büyüyorlar." yorumunda bulundu. Jolene'nin soyu yıllarca kahya olarak Gardener krallarına hizmet etti. Aegon'un karaya çıkışından sonra Azam Lordluğuna yükseldiler. Yüksekbahçe'nin ve Menzil'in yönetimini tamamen aldılar. Jolene'nin lakabından gelen altın gülü sancak olarak kullanmaya devam ettiler ve sözlerini "Güçlenerek Büyüyoruz." olarak aldılar.
Menzil krallarından en barışçıl olan Harry Gardener'in en büyük çocuğu ve tek kızıdır. Altın sarısı saçları, kahverengi gözleri vardır. Minyon yapılıdır. Yüzü kusursuz bir tablo gibidir. Son derece zeki ve politik hamlelere yatkındır.
Kral Harry, kendini bildi bileli sevdiği kuzeni Flora ile evlenme şansını yakalamıştır. Kraliçe Flora düğünlerinden kısa bir süre sonra hamile kalmıştır. Yüksekbahçe'nin etrafını saran büyük bahçelerden sarı güllerle dolu olan bahçede nedimeleri ile yürürken doğum başlamıştır ve Jolene oracıkta doğmuştur. Kraliçe Flora doğumdan sonra üç gün daha dayanabilmiştir. Kral Harry, sevgili Flora'sının ölümünden sonra kendini Jolene'e adamıştır. Jolene sekiz yaşındayken bütün danışmanları Kral Harry'e yeniden evlenmesi ve bir erkek çocuk sahibi olması konusunda uyarmıştır. Harry, Jolene'nin elini tutmuş, danışmanları tarafından seçilen gelin adaylarının yanına gitmiştir. Evleneceği yeni kişiyi kızı Jolene ile seçen Harry, Amanda Hightower ile evlenmiştir. Kraliçe Amanda Hightower, Kral'a iki sağlıklı erkek çocuğu verse de Harry her zaman Jolene'i daha çok sevmiştir. Harry neredeyse bütün gezilerine ve toplantılara Jolene ile gitmiştir. Lannister Krallarıyla kârlı anlaşmalar yapmış ve kendi döneminin neredeyse kansız olarak barış içerisinde geçmesini sağlamıştır.
Jolene 17 yaşına geldiğinde güzelliği doruk noktalarına ulaşmıştır. Güzelliğini anlatan hikayeler kıtanın dört bir yanına yayılmıştır. Hatta dönemin Lannister kralı Tommen Lannister, Jolene ile evlenmek istemiştir fakat Harry onay vermemiştir. Jolene'nin 18. isim gününde, Gardener'lerin en yakın kuzenleri Florent'lerin en büyük oğlu Arry Florent ile nişanlandığı duyurulmuştu. Kral Harry bu kararı çoğunluğu Florent olan danışma konseyiyle kızına sormadan almıştı. Çünkü Harry, kızının kalbinde kimsenin olmadığına emindi. Fakat Jolene hayvan yetiştirmesiyle ünlenmiş ve sarayda bunun sayesinde tanıdık bir sima olmuş, en büyük erkek kardeşi Prens Matt'in en yakın arkadaşı Leo Tyrell'e gönlünü kaptırmıştı. Leo Tyrell soylu değildi. Leo'nun babası ticaret yaparken gelişmiş, saraya yakın bir sokaktan köşk alabilecek ve Leo'nun sarayda okumasına yetecek kadar para kazanabilmişti. Leo, bitkiler ve hayvanlar konusunda uzmanlaşmıştı. Ava çıkmaya bayılan Prens Matt için en iyi şahinleri yetiştirmişti. Prens'in en yakın arkadaşı olmak onu sarayda popüler bir yüz haline getirmişti. Onun bu kadar popüler olmasının bir sebebi de şüphesiz yakışıklılığıydı. Leo Tyrell, kahverengi bukleli saçları, mavi gözleri, kusursuz yüzü, muhteşem gülümsemesi ve uzun boyuyla etkileyici bir delikanlıydı.
Jolene, Leo Tyrell için beslediği aşka karşılık bulmuş fakat sonrasında nişanlanmıştı. Soylu olmayan Leo'nun elinden bir şey gelmezdi. Jolene, kraliyet ailesinden sonra en soylu aile olan Florent'lerin oğluyla evleniyordu. Kral Harry, düğünden bir gün önce "Altın Gülü" olan kızı için hazırlattığı hediyeleri odasına götürdüğünde kızını ağlarken bulmuştu. Bütün gece süren konuşmalarından sonra Harry, kızından gerçeği öğrenmişti. Bir günde yaptığı hamlelerle düğün gecesine darbe yaptırdı Kral Harry. Herkes düğünün yapılacağı Büyük Bahçe'ye Jolene'nin Arry Florent ile girmesini beklerken, Leo Tyrell ile girdi. Bütün davetliler şok oldu. Leo Tyrell halktan basit biriydi, sadece bir hayvan yetiştiricisiydi. Harry damadını soylulaştırabilmek için kendisinin, Yüksekbahçe'nin kahyası yaptı ve Tyrell soyunu Yüksekbahçe ve Menzil Krallarının kahyalığıyla onurlandırdı. Leo Tyrell sancağına güzeller güzeli karısı Jolene'nin lakabı olan altın gülü aldı.
Leo Tyrell, elinde bütün krallığın işleriyle ortada kaldı. Siyaset ve politika hakkında hiçbir şey bilmeyen Leo'nun yardımına Jolene yetişti. Son derece keskin bir siyasi zekaya sahip olan Jolene eşine verdiği akıllarla Leo'nun parlamasını ve Tyrell isminin ön plana çıkmasını sağladı. Jolene ile Leo; Luthor, Victor ve Garlan adında üç erkek çocuk sahibi oldu. Jolene çocuklarının eğitimine büyük önem verdi.
En büyük oğlu Luthor Tyrell, Jolene'nin erkek kardeşi Kral Matt Gardener'e kahya olarak hizmet etti. Kral Harry'nin ölümüyle bozulan barış ortamından Menzil Krallığı'nın neredeyse kayıpsız kurtulmasını sağlayarak Tyrell ismini yüceltti. Tyrell soyu her kral döneminde kendini daha da ön plana çıkardı. Menzil'in diğer aileleri onlara "Güçlenerek büyüyorlar." yorumunda bulundu. Jolene'nin soyu yıllarca kahya olarak Gardener krallarına hizmet etti. Aegon'un karaya çıkışından sonra Azam Lordluğuna yükseldiler. Yüksekbahçe'nin ve Menzil'in yönetimini tamamen aldılar. Jolene'nin lakabından gelen altın gülü sancak olarak kullanmaya devam ettiler ve sözlerini "Güçlenerek Büyüyoruz." olarak aldılar.
Spoiler:
“Öldür onu Caertyn! Öldür!”
Kalkanına inen balta darbesi Caertyn’ i neredeyse rüzgârda savrulan yaprak misali uçuracaktı. Caertyn tökezleyip geri adım attı, Valyria çeliğinden kılıcı Daylight öylesine parlaktı ki, karşısındaki adam gözlerini kısmak zorunda kalıyordu. Miğferinin altından bunu görüyordu Caertyn. Adam baltasını tekrar kaldırana kadar Caertyn atik bir hamleyle adamın boğazını kesmiş ve ilerideki altın deniz canavarı zırhlı adama doğru koşmaya başlamıştı.
Ağabeyinin arada onu izlediğini biliyordu, bu yüzden cesurdu Caertyn. Kılıcını kınına sokup sırtına astığı savaş çekicini eline aldı ve adama doğru koşmaya devam etti. Rüzgar adını haykırıyor gibiydi Caertyn’ in, toprak adımlarını hızlandırıyordu sanki. Çekicini adamın göğsüne saplayınca da aynı şeyi hissetti. Ama bu sefer daha güçlü hissediyordu. Öldürdüğü her adamda, küllerinden yeniden doğuyordu sanki. Çünkü o bir ejderhaydı, ejderha kanından.
Adam yere düşerken, bir diğer adama koştu Caertyn. Adam da onu fark etmişti ve kılıcını kavramıştı. Demir adaların miğferinin içinden gözleri küçümseyen bir tavırla Caertyn’ e bakıyordu.
“Buraya gel ejderha!” diye bağırdı deniz canavarının amirali. “Gel ve baltam yüzünü parçalasın!”
Caertyn ona doğru koştu, ilahlaşmıştı artık.
Ben ejderhayım. Diye hatırlattı kendine.
Savaş çekicini adamın kalkanına indirirken de bunu haykırıyordu.
“Ben ejderhayım!” diye bağırdı savaş alanında ve baltasını kaldıran yağmacının kalkanına tekrar indirdi çekicini. Adam baltasını sallamıştı ama kalkanına aldığı darbe, adamı sallandırıp tökezletmişti.
“Ben ejderhayım!” diye tekrar bağırdı Caertyn ve bu sefer çekicini adamın kafatasına indirecekken, adam baltasıyla kalkanına sertçe vurdu. Caertyn toprakta takla atıp yuvarlandı ve kızıl ejderha miğferi başından çıkarak kenara uçtu, savaş çekici ise diğer tarafa.
. Gümüş saçları omuzlara dökülmüş, düşüş dudağının patlamasına neden olmuştu.
Ben ejderhayım. Sonuna kadar savaşmalıyım!
Demir doğumlu baltasını kavrayıp Caertyn’ e doğru koşmaya başladı. Ölümün sessizliğini o an hissetti, sanki her şey yavaşlamış gibiydi. Caertyn kınındaki kılıcının kabzasını tutup, yana yuvarlandı ve demir doğumlunun baltasını toprağa saplamasını sağladı. Yuvarlanırken kabzasından tutarak kılıcını kınından çıkarmıştı, hemen uzanarak adamın bacağına sapladı kılıcı. Ardından adam acıyla haykırırken bir kez daha döndü ve bu sefer tüm gücünü kullanarak ayağa olabildiğince hızlı kalkarak boğazına sapladı Daylight’ ı.
Demir doğumlu adam dizleri üstüne düşüp, ardından yüzünü toprağa çarpmıştı. Etrafına baktığında, kaçan demir doğumluları fark etti. Gemilerine doğru koşuyorlardı hepsi. Tepenin üstündeki okçu birlikleri ayaklarını yere vurup oklarını yaylarına taktılar ve prensin emrini beklediler.
“Ateş!” diye bağırdı prens okçulara Caertyn’ in olduğu yerin diğer ucundan. Okçular emri duyunca, hepsi aynı anda oklarını bıraktılar ve limana doğru böcek gibi kaçışan yağmacıların üzerlerine ölüm yağdı.
Çığlık çığlığa kaçışıyordular, uçlarında ateş olan oklar zırhlarından içeri girdiğinde, hepsi feryat ediyorlardı. Lakin hiçbir yararı yoktu onlar için, onlar ki Boğulmuş Tanrılarından, boğularak ölmeyi yeğlerdi. Ama ejderhaların ordusu merhamet gösterecek kadar zayıf değildi. Hatta yağmacı deniz canavarlarını öldürmek onlar için zevkti.
Targaryen askerleri zaferi kutluyor ve kılıçlarını havada sallıyordu.
“ATEŞ VE KAN! ATEŞ VE KAN!” diye bağırıyorlardı, bağlı oldukları, savaştıkları ve canlarını hiçe saydığı hane için.
Prens, Caertyn’ e doğru askerlerin tepeden getirttiği atıyla geliyordu. Kırmızı ejderha zırhı, yakutlarla donanmıştı. Gümüş saçları omuzlarına dökülmüştü tıpkı Caertyn gibi.
Atından inip toprak zeminde Caertyn’ e doğru ilerledi Gümüş Prens.
“Kardeşim.” Dedi toy bir sesle prens. Sesi bu dünyadan olamayacak kadar güzeldi ve kadife ses tonuyla harikaydı. Caertyn’ e bakarak gülümsüyordu ama yine de gözlerinde bir hüzün vardı.
Caertyn de ona bakarak sırıttı ve “Ağabey.” Dedi gülerek. Gümüş Prens kolunu Caertyn’ in omzuna atıp onu kendine çekti ve gülerek Caertyn’ in kolunu havaya kaldırdı.
“Zafer bizimdir!” diye bağırdı Gümüş Prens tüm Taç Topraklarının duyabileceği bir sesti bu. Bir ejderha kükremesi…
---
Kralın Şehrine vardıklarında, surların üzerindeki Targaryen bayrağına, üç başlı kırmızı ejderhaya baktı Caertyn. İçeri girdiklerinde ise prenslerini selamlayarak sevinç gösterileri yapıyordu. Mermer zeminde sıralanmış halk, yollarının önüne çiçekler atıyordu prenslerinin. Gümüş renkli saçları rüzgârda savrulurken atlarının üzerinde kızıl kaleye doğru gidiyordu Gümüş Prens ve Caertyn.
Taht salonuna girmeden önce kral muhafızlarından ikisinin kapının önünde nöbet tuttuklarını fark etti Caertyn. Öyle ki içeri girmeden önce kesici tüm her şeyi bırakmalarını söylediler.
Beyaz Boğa Gerold Hightower kapıdaki muhafızlardan biriydi. Muazzam güce sahip Beyaz Boğa kılıçları alıp yere koydu. Ardından da Caertyn’in savaş çekicini.
Taht salonuna girdiklerinde, mermer zeminde ilerlediler, duvarlarda Targaryen bayrakları vardı.
Demir Tahtta oturan ak saçlı adamın sakalı saçlarından daha uzundu. Tırnakları ise omuzlarına dökülen saçları kadar uzundu. Zayıf ve sıskaydı.
“Rhaegar! Caertyn!” dedi onlara bakarak ama mutlu gözükmüyordu, aslında iyi de gözükmüyordu yaşlı kral. Diğer bir ismiyle, deli kral.
…
Kızıl kalenin girişinde ağabeyi Rhaegar Targaryen’ le konuşan kral muhafızı Jaime Lannister’ a baktı mor gözleri Caertyn’in.
Ardından ağabeyi Rhaegar miğferini başına geçirmiş, atına binmiş ve felaketine doğru gitmişti. Askerleriyle Trident’ e doğru at süren Rhaegar’ ın peşinden bakakalmıştı. Kral muhafızı Jaime Lannister’ ın altın saçları rüzgârda savruluyordu. Rhaegar ve arkasındaki ordusu gözden kaybolduğunda, Jaime Lannister Caertyn’ e doğru dönmüş ve elini omzuna koymuştu. Yeşil gözleri mor gözleri bulmuş ve gülümseyip omzunu hafifçe sıkmıştı cesaret verircesine. O gün Jaime’ ye bakıp bir şey anlamıştı Caertyn. Ne olursa olsun, Rhaegar’a daima saygı duyup sevmişti Jaime Lannister…
…
Jaime kralı öldürdüğünde, koşarak taht odasından içeri girmişti Caertyn, kılıcı Daylight ile. Koyu menekşe gözleri öfkeyle Jaime Lannister’ a bakıyordu. Öfkeden ne doğru düzgün görebiliyor, ne de düşünebiliyordu. Sadece Jaime Lannister’ ın üzerine koşuyordu Caertyn. Elindeki kılıcını havaya kaldırmış, gümüş saçları arkasında sallanırken kükrüyordu adeta. Jaime ise kılıcını kavrayıp onu bekliyordu.
Caertyn tüm gücüyle kılıcını tutuyor ve vuruyordu, Daylight’ ı Jaime’ nin kılıcına sertçe vurdu, ardından bir adım daha atıp Jaime’ nin üzerine yürüyerek kılıcını vurmaya başladı. Caertyn’ in üzerinde ejderha işlemeli zırhı vardı. Beyaz kılıç Daylight’ ı tüm gücüyle sallıyordu. Kılıçların havada çarpışması tüm salonu inletiyordu, Caertyn’ in kükremesiyle. Güçlü ve muazzam yapısı vardı Caertyn’ in, lakin Jaime Lannister kılıcını çok iyi kullanıyordu. Kılıcını Jaime Lannister’ ın başına doğru salladığında, Jaime eğilip tam çenesinden kılıcını sokup, dikey bir şekilde yukarı çıkardı ve kafatasını yararak ejderhayı öldürdü. Caertyn’ in bedeni yere yığılırken, Caertyn ölmeden önce, Jaime Lannister’ ın yanağından süzülen göz yaşını görmüştü. Son gördüğü ise bu olmuştu. Bir gözyaşı. Bu düellodan sonra Tywin Lannister’ ın askerleri Kralın Şehrine girmişti ve Robert isyanını başarıyla sonuçlandırmıştı.
Kalkanına inen balta darbesi Caertyn’ i neredeyse rüzgârda savrulan yaprak misali uçuracaktı. Caertyn tökezleyip geri adım attı, Valyria çeliğinden kılıcı Daylight öylesine parlaktı ki, karşısındaki adam gözlerini kısmak zorunda kalıyordu. Miğferinin altından bunu görüyordu Caertyn. Adam baltasını tekrar kaldırana kadar Caertyn atik bir hamleyle adamın boğazını kesmiş ve ilerideki altın deniz canavarı zırhlı adama doğru koşmaya başlamıştı.
Ağabeyinin arada onu izlediğini biliyordu, bu yüzden cesurdu Caertyn. Kılıcını kınına sokup sırtına astığı savaş çekicini eline aldı ve adama doğru koşmaya devam etti. Rüzgar adını haykırıyor gibiydi Caertyn’ in, toprak adımlarını hızlandırıyordu sanki. Çekicini adamın göğsüne saplayınca da aynı şeyi hissetti. Ama bu sefer daha güçlü hissediyordu. Öldürdüğü her adamda, küllerinden yeniden doğuyordu sanki. Çünkü o bir ejderhaydı, ejderha kanından.
Adam yere düşerken, bir diğer adama koştu Caertyn. Adam da onu fark etmişti ve kılıcını kavramıştı. Demir adaların miğferinin içinden gözleri küçümseyen bir tavırla Caertyn’ e bakıyordu.
“Buraya gel ejderha!” diye bağırdı deniz canavarının amirali. “Gel ve baltam yüzünü parçalasın!”
Caertyn ona doğru koştu, ilahlaşmıştı artık.
Ben ejderhayım. Diye hatırlattı kendine.
Savaş çekicini adamın kalkanına indirirken de bunu haykırıyordu.
“Ben ejderhayım!” diye bağırdı savaş alanında ve baltasını kaldıran yağmacının kalkanına tekrar indirdi çekicini. Adam baltasını sallamıştı ama kalkanına aldığı darbe, adamı sallandırıp tökezletmişti.
“Ben ejderhayım!” diye tekrar bağırdı Caertyn ve bu sefer çekicini adamın kafatasına indirecekken, adam baltasıyla kalkanına sertçe vurdu. Caertyn toprakta takla atıp yuvarlandı ve kızıl ejderha miğferi başından çıkarak kenara uçtu, savaş çekici ise diğer tarafa.
. Gümüş saçları omuzlara dökülmüş, düşüş dudağının patlamasına neden olmuştu.
Ben ejderhayım. Sonuna kadar savaşmalıyım!
Demir doğumlu baltasını kavrayıp Caertyn’ e doğru koşmaya başladı. Ölümün sessizliğini o an hissetti, sanki her şey yavaşlamış gibiydi. Caertyn kınındaki kılıcının kabzasını tutup, yana yuvarlandı ve demir doğumlunun baltasını toprağa saplamasını sağladı. Yuvarlanırken kabzasından tutarak kılıcını kınından çıkarmıştı, hemen uzanarak adamın bacağına sapladı kılıcı. Ardından adam acıyla haykırırken bir kez daha döndü ve bu sefer tüm gücünü kullanarak ayağa olabildiğince hızlı kalkarak boğazına sapladı Daylight’ ı.
Demir doğumlu adam dizleri üstüne düşüp, ardından yüzünü toprağa çarpmıştı. Etrafına baktığında, kaçan demir doğumluları fark etti. Gemilerine doğru koşuyorlardı hepsi. Tepenin üstündeki okçu birlikleri ayaklarını yere vurup oklarını yaylarına taktılar ve prensin emrini beklediler.
“Ateş!” diye bağırdı prens okçulara Caertyn’ in olduğu yerin diğer ucundan. Okçular emri duyunca, hepsi aynı anda oklarını bıraktılar ve limana doğru böcek gibi kaçışan yağmacıların üzerlerine ölüm yağdı.
Çığlık çığlığa kaçışıyordular, uçlarında ateş olan oklar zırhlarından içeri girdiğinde, hepsi feryat ediyorlardı. Lakin hiçbir yararı yoktu onlar için, onlar ki Boğulmuş Tanrılarından, boğularak ölmeyi yeğlerdi. Ama ejderhaların ordusu merhamet gösterecek kadar zayıf değildi. Hatta yağmacı deniz canavarlarını öldürmek onlar için zevkti.
Targaryen askerleri zaferi kutluyor ve kılıçlarını havada sallıyordu.
“ATEŞ VE KAN! ATEŞ VE KAN!” diye bağırıyorlardı, bağlı oldukları, savaştıkları ve canlarını hiçe saydığı hane için.
Prens, Caertyn’ e doğru askerlerin tepeden getirttiği atıyla geliyordu. Kırmızı ejderha zırhı, yakutlarla donanmıştı. Gümüş saçları omuzlarına dökülmüştü tıpkı Caertyn gibi.
Atından inip toprak zeminde Caertyn’ e doğru ilerledi Gümüş Prens.
“Kardeşim.” Dedi toy bir sesle prens. Sesi bu dünyadan olamayacak kadar güzeldi ve kadife ses tonuyla harikaydı. Caertyn’ e bakarak gülümsüyordu ama yine de gözlerinde bir hüzün vardı.
Caertyn de ona bakarak sırıttı ve “Ağabey.” Dedi gülerek. Gümüş Prens kolunu Caertyn’ in omzuna atıp onu kendine çekti ve gülerek Caertyn’ in kolunu havaya kaldırdı.
“Zafer bizimdir!” diye bağırdı Gümüş Prens tüm Taç Topraklarının duyabileceği bir sesti bu. Bir ejderha kükremesi…
---
Kralın Şehrine vardıklarında, surların üzerindeki Targaryen bayrağına, üç başlı kırmızı ejderhaya baktı Caertyn. İçeri girdiklerinde ise prenslerini selamlayarak sevinç gösterileri yapıyordu. Mermer zeminde sıralanmış halk, yollarının önüne çiçekler atıyordu prenslerinin. Gümüş renkli saçları rüzgârda savrulurken atlarının üzerinde kızıl kaleye doğru gidiyordu Gümüş Prens ve Caertyn.
Taht salonuna girmeden önce kral muhafızlarından ikisinin kapının önünde nöbet tuttuklarını fark etti Caertyn. Öyle ki içeri girmeden önce kesici tüm her şeyi bırakmalarını söylediler.
Beyaz Boğa Gerold Hightower kapıdaki muhafızlardan biriydi. Muazzam güce sahip Beyaz Boğa kılıçları alıp yere koydu. Ardından da Caertyn’in savaş çekicini.
Taht salonuna girdiklerinde, mermer zeminde ilerlediler, duvarlarda Targaryen bayrakları vardı.
Demir Tahtta oturan ak saçlı adamın sakalı saçlarından daha uzundu. Tırnakları ise omuzlarına dökülen saçları kadar uzundu. Zayıf ve sıskaydı.
“Rhaegar! Caertyn!” dedi onlara bakarak ama mutlu gözükmüyordu, aslında iyi de gözükmüyordu yaşlı kral. Diğer bir ismiyle, deli kral.
…
Kızıl kalenin girişinde ağabeyi Rhaegar Targaryen’ le konuşan kral muhafızı Jaime Lannister’ a baktı mor gözleri Caertyn’in.
Ardından ağabeyi Rhaegar miğferini başına geçirmiş, atına binmiş ve felaketine doğru gitmişti. Askerleriyle Trident’ e doğru at süren Rhaegar’ ın peşinden bakakalmıştı. Kral muhafızı Jaime Lannister’ ın altın saçları rüzgârda savruluyordu. Rhaegar ve arkasındaki ordusu gözden kaybolduğunda, Jaime Lannister Caertyn’ e doğru dönmüş ve elini omzuna koymuştu. Yeşil gözleri mor gözleri bulmuş ve gülümseyip omzunu hafifçe sıkmıştı cesaret verircesine. O gün Jaime’ ye bakıp bir şey anlamıştı Caertyn. Ne olursa olsun, Rhaegar’a daima saygı duyup sevmişti Jaime Lannister…
…
Jaime kralı öldürdüğünde, koşarak taht odasından içeri girmişti Caertyn, kılıcı Daylight ile. Koyu menekşe gözleri öfkeyle Jaime Lannister’ a bakıyordu. Öfkeden ne doğru düzgün görebiliyor, ne de düşünebiliyordu. Sadece Jaime Lannister’ ın üzerine koşuyordu Caertyn. Elindeki kılıcını havaya kaldırmış, gümüş saçları arkasında sallanırken kükrüyordu adeta. Jaime ise kılıcını kavrayıp onu bekliyordu.
Caertyn tüm gücüyle kılıcını tutuyor ve vuruyordu, Daylight’ ı Jaime’ nin kılıcına sertçe vurdu, ardından bir adım daha atıp Jaime’ nin üzerine yürüyerek kılıcını vurmaya başladı. Caertyn’ in üzerinde ejderha işlemeli zırhı vardı. Beyaz kılıç Daylight’ ı tüm gücüyle sallıyordu. Kılıçların havada çarpışması tüm salonu inletiyordu, Caertyn’ in kükremesiyle. Güçlü ve muazzam yapısı vardı Caertyn’ in, lakin Jaime Lannister kılıcını çok iyi kullanıyordu. Kılıcını Jaime Lannister’ ın başına doğru salladığında, Jaime eğilip tam çenesinden kılıcını sokup, dikey bir şekilde yukarı çıkardı ve kafatasını yararak ejderhayı öldürdü. Caertyn’ in bedeni yere yığılırken, Caertyn ölmeden önce, Jaime Lannister’ ın yanağından süzülen göz yaşını görmüştü. Son gördüğü ise bu olmuştu. Bir gözyaşı. Bu düellodan sonra Tywin Lannister’ ın askerleri Kralın Şehrine girmişti ve Robert isyanını başarıyla sonuçlandırmıştı.
Spoiler:
Koşuyordu. Durmaksınız, nefes bile almadan, kalbinin atışlarını bile hissedemeden koşuyordu. Çığlıklar kulaklarını çiziyor, zihninde çınlıyordu ama o duramıyordu. Duvarlardan duvarlara koşuyor, bu cehennemden bir an önce çıkmak istiyordu. Kılıcı elindeydi, kanlıydı. Kimin kanı? Kardeşimin mi, leydimin mi, benim mi? Karşısına çıkan her bir kalpaklıya savuruyordu kılıcını. Zaten burun buruna geldiği hemen herkesin üstünde iki işaret vardı: Yan yana iki kule ya da derisi yüzülmüş adam. Derisi yüzülmüş adam kılıç savuruyordu; kuleler oklar salıyor, hançerler saplıyordu. Bütün salon kan kokuyordu. Başı döndü; korkudan mı, kan kokusundan mı bilmiyordu. Benim kanım. Benim damarlarımdan değil ama benim kanım.
Lord'un ihtişamlı masasının solundaki sutünun arkasında bir kapının açıldığını gördü. Üç adam, Frey arması taşıyan üç yeşil delikanlı çıkmıştı kapıdan. Dorrard kapının arkasındakileri görebiliyordu: yere kapanmış, kulaklarını elleriyle örtmüş kadınlar. Mutfak! Burası İkizler'in Büyük Salon'u olduğu kadar Yemek Salonu'ydu da. Bu küçük kapı mutfağa açılıyor olmalıydı, kurtuluşa.
Dorrard aklını toplamaya çalıştı, odaklanmaya ve sakinleşmeye. Bu üç yeşil çocuğu halledebilirdi. O Kışyarı'nda büyümüştü. Gerçek bir lordun, gerçek kılıç ustalarının, Sör Rodrik'in yanında. Savaşabilirdi. Arkasına saklandığı cesedin altından çıktı. Şişman bir adam. Bir Manderly olabilirdi. Yeniden koşmaya başladı. Kapı. Kurtuluşum.
"Şuraya bakın" Kapıya varmıştı, Frey askerlerinden birinin gırtlağına hafif kılıcını sokarken, sol elindeki küçük bıçağı da bir diğerinin erkekliğine sapladı. "Kuzeydeki Kral yükseliyor." Delikanlılar hırıltılar ve inlemelerle yere yığılırken soluna hızla savurdu kılıcını. Çeliğin çeliğe çarpma sesi, mumların üstüne düştüğü parıltıyla birleşti. Ufak tefek çocuk geriye sendelemişti, Kuzeyli adamın tek bir tekmesi, çocuğu yere yapıştırdı. Dorrard kılıcını düşmanın gözüne saplarken 'Bana karşı bir şansı yok' diye düşündü. Bu asker, henüz sadece bir çocuktu. Bran'i andıryordu. Dorrard ise bir dev gibiydi. Omuzları geniş sayılmazdı ama boyu 190'ı aşkındı, kemikleriyse Yabanıl tokaçları kadar kalındı. Ama yüreğin benimkinden çok daha büyük çocuk. Kılıcını sertçe çevirdi. Soğuk çelik, sıcak göz yuvasını ovdu. Ak göz sıvısı, kabarcıklanan kana karıştı. Delikanlı acıyla tiz bir çığlık attı.
Bir başka çığlık daha inlemişti. Dorr ayaklarının yere çivilendiğini hissetti. Bu sesi tanıyordu. Bir iki adım ilerledi. Hayır, hayır. Ses Leydi Catelyn'in gırtlağından yükselmişti. Kadının gözleri, Lord Eddard'ın Buz'u kadar donuktu. Dorr, kadının sessiz bakışlarını takip etti. Roose Bolton'n arbeletinin ucunda kanayan, göğsü kısa oklarla deşilmiş Robb'u görene kadar.
Yutkundu. Boğazı kemik kadar kuruydu. Ona hep yön veren, az önce Castamere Yağmurları çalarken Kaç! diye haykıran iç sesi şimdi suskundu. Robb'ın açık kalmış ağzı ve kurt misali bakan gözleri kadar suskun. Amcamın oğlu kadar suskun. Ölü kralım kadar. Saklandığı mutfak delhizinden çıkmak istedi o an. Kılıcını daha bir sıkı kavradı. Ben bir Stark'ım. Rothgar Stark'ın oğluyum. Eddard Stark'ın yeğeniyim, Robb Stark'ın kuzeni-dahası kardeşiyim. İleri bir adım attı. Bir taarruz değildi bu, kılıç elini hissetmiyordu. Yüreğini de hissetmiyordu. Onurunu da hissetmiyordu. Kaçmamalıydım. Kalıp Robb'u korumalıydım. Bir vızıltı duydu. Ardından kemiklerle kaslarım berk sesini. Bir ok. Baldırına baktı. Acımıyordu. Bir adım daha attı. Bir vızıltı daha. Bir başka ok. Karnının sağ yanına baktı. Acımıyordu. Hissetmiyordu. Yabancı. Ölüm buradaydı. Biliyordu. Walder Frey, Merhum Walder, ölümü besliyordu.
Birkaç adım daha atmayı denedi. Birkaç vızıltı daha duyuldu. Dorr, Hain Bolton'ın önünde dizleri üstüne düştü. Kanıyordu. Bacakları, oluk oluk kanıyordu. Çocukken Robb, Jon ve Dorr gizlice silah deposuna gider, buldukları kılıçlarla talim yaparlardı. Sör Rodrik'e her yakalandıklarında elleri, kolları kan içinde olurdu. Akşamları da uyumadan önce hayaller kurarlardı. Üçünün de tek bir hayali vardı: Ellerinde kılıçlarla ölmek. Kanayarak.
"Bakın bakın" dediğini duydu Merhum Walder'ın, "Son Stark da diz çöktü. A bir dakika. Bu Stark aynı zamanda yeni Kuzeydeki Kral!" Frey'ler ve Bolton'lar alaycı naralar attılar. Lord Frey devam etti: "Ve bu ikinci Diz Çöken Kral. Gururlu Stark'lar için ne acı!"
Salon kan kokuları, Castamere Yağmurları ve aşağılama dolu kahkahalarla çınlarken "Bak Jon" dedi Dorr "Robb ve ben ölüyoruz. Ama bir tek benim elimde kılıç var ve sen, yoksun." Gözlerinden yaşların süzülmesine mani olamadan, Roose Bolton delikanlının elindeki kılıcı aldı ve o küçük bir gülümseme bahşetti. Bu, Dorrard Stark'ın gördüğü son şeydi.
Lord'un ihtişamlı masasının solundaki sutünun arkasında bir kapının açıldığını gördü. Üç adam, Frey arması taşıyan üç yeşil delikanlı çıkmıştı kapıdan. Dorrard kapının arkasındakileri görebiliyordu: yere kapanmış, kulaklarını elleriyle örtmüş kadınlar. Mutfak! Burası İkizler'in Büyük Salon'u olduğu kadar Yemek Salonu'ydu da. Bu küçük kapı mutfağa açılıyor olmalıydı, kurtuluşa.
Dorrard aklını toplamaya çalıştı, odaklanmaya ve sakinleşmeye. Bu üç yeşil çocuğu halledebilirdi. O Kışyarı'nda büyümüştü. Gerçek bir lordun, gerçek kılıç ustalarının, Sör Rodrik'in yanında. Savaşabilirdi. Arkasına saklandığı cesedin altından çıktı. Şişman bir adam. Bir Manderly olabilirdi. Yeniden koşmaya başladı. Kapı. Kurtuluşum.
"Şuraya bakın" Kapıya varmıştı, Frey askerlerinden birinin gırtlağına hafif kılıcını sokarken, sol elindeki küçük bıçağı da bir diğerinin erkekliğine sapladı. "Kuzeydeki Kral yükseliyor." Delikanlılar hırıltılar ve inlemelerle yere yığılırken soluna hızla savurdu kılıcını. Çeliğin çeliğe çarpma sesi, mumların üstüne düştüğü parıltıyla birleşti. Ufak tefek çocuk geriye sendelemişti, Kuzeyli adamın tek bir tekmesi, çocuğu yere yapıştırdı. Dorrard kılıcını düşmanın gözüne saplarken 'Bana karşı bir şansı yok' diye düşündü. Bu asker, henüz sadece bir çocuktu. Bran'i andıryordu. Dorrard ise bir dev gibiydi. Omuzları geniş sayılmazdı ama boyu 190'ı aşkındı, kemikleriyse Yabanıl tokaçları kadar kalındı. Ama yüreğin benimkinden çok daha büyük çocuk. Kılıcını sertçe çevirdi. Soğuk çelik, sıcak göz yuvasını ovdu. Ak göz sıvısı, kabarcıklanan kana karıştı. Delikanlı acıyla tiz bir çığlık attı.
Bir başka çığlık daha inlemişti. Dorr ayaklarının yere çivilendiğini hissetti. Bu sesi tanıyordu. Bir iki adım ilerledi. Hayır, hayır. Ses Leydi Catelyn'in gırtlağından yükselmişti. Kadının gözleri, Lord Eddard'ın Buz'u kadar donuktu. Dorr, kadının sessiz bakışlarını takip etti. Roose Bolton'n arbeletinin ucunda kanayan, göğsü kısa oklarla deşilmiş Robb'u görene kadar.
Yutkundu. Boğazı kemik kadar kuruydu. Ona hep yön veren, az önce Castamere Yağmurları çalarken Kaç! diye haykıran iç sesi şimdi suskundu. Robb'ın açık kalmış ağzı ve kurt misali bakan gözleri kadar suskun. Amcamın oğlu kadar suskun. Ölü kralım kadar. Saklandığı mutfak delhizinden çıkmak istedi o an. Kılıcını daha bir sıkı kavradı. Ben bir Stark'ım. Rothgar Stark'ın oğluyum. Eddard Stark'ın yeğeniyim, Robb Stark'ın kuzeni-dahası kardeşiyim. İleri bir adım attı. Bir taarruz değildi bu, kılıç elini hissetmiyordu. Yüreğini de hissetmiyordu. Onurunu da hissetmiyordu. Kaçmamalıydım. Kalıp Robb'u korumalıydım. Bir vızıltı duydu. Ardından kemiklerle kaslarım berk sesini. Bir ok. Baldırına baktı. Acımıyordu. Bir adım daha attı. Bir vızıltı daha. Bir başka ok. Karnının sağ yanına baktı. Acımıyordu. Hissetmiyordu. Yabancı. Ölüm buradaydı. Biliyordu. Walder Frey, Merhum Walder, ölümü besliyordu.
Birkaç adım daha atmayı denedi. Birkaç vızıltı daha duyuldu. Dorr, Hain Bolton'ın önünde dizleri üstüne düştü. Kanıyordu. Bacakları, oluk oluk kanıyordu. Çocukken Robb, Jon ve Dorr gizlice silah deposuna gider, buldukları kılıçlarla talim yaparlardı. Sör Rodrik'e her yakalandıklarında elleri, kolları kan içinde olurdu. Akşamları da uyumadan önce hayaller kurarlardı. Üçünün de tek bir hayali vardı: Ellerinde kılıçlarla ölmek. Kanayarak.
"Bakın bakın" dediğini duydu Merhum Walder'ın, "Son Stark da diz çöktü. A bir dakika. Bu Stark aynı zamanda yeni Kuzeydeki Kral!" Frey'ler ve Bolton'lar alaycı naralar attılar. Lord Frey devam etti: "Ve bu ikinci Diz Çöken Kral. Gururlu Stark'lar için ne acı!"
Salon kan kokuları, Castamere Yağmurları ve aşağılama dolu kahkahalarla çınlarken "Bak Jon" dedi Dorr "Robb ve ben ölüyoruz. Ama bir tek benim elimde kılıç var ve sen, yoksun." Gözlerinden yaşların süzülmesine mani olamadan, Roose Bolton delikanlının elindeki kılıcı aldı ve o küçük bir gülümseme bahşetti. Bu, Dorrard Stark'ın gördüğü son şeydi.
Ek olarak yazdığı mükemmel hikaye için @Jojen Reed e teşekkürler.
Hazırlık sürecindeki katkılarından dolayı,
FRPNet Yönetimine teşekkür ederiz.
Hazırlık sürecinde projeye destek verip denemelerimize katılan: @Viserion @Sinister @Ser Robert Strong @Hear Me Roar üyelere teşekkürler.
Son olarak bu büyük proje için saatlerini harcayan RP Ekibine @Vamos Bien @Sör Jaime Lannister @Aviendha @"Tinuviel Luthien" kişisel teşekkürlerimi sunuyorum.