Legends of Mu - Rise of Earthwalkers
(İlk bölümün çeyreğidir, devamı hala yapım-yazım aşamasındadır)
Bölüm 1 - Işığın Gözyaşları
Gökyüzüne bakarken Veldor, tek gördüğü bulutlar arasında çakan şimşekler, inceden yağan yağmur ve koyu mavimsi gökyüzüydü. Hava kapalıydı o an. Daha doğrusu birden kapamıştı. Direnişle karşılaşmamayı ve rahat bir şekilde ele geçirmeyi planladıkları köye yaklaştıklarında gösterişli zırhı ve miğferi ile Trukanlı Lord Zelac savaş borusunu çalmış, boru sesi kesildikten sonra beklenmedik bir şekilde ardı ardına çakan yıldırımlar meydana gelmiş, yağmur eşliğinde gökyüzü koyu laciverte boyanmıştı. Sanki yaz mevsiminde değil de bahar aylarına yeni giriyormuşçasına atmosfer yumuşak ve serindi. Karanlık bulutlar tepelerinde tehditkâr bir havayla gezinmekteydiler.
Titredi Veldor. Yağmur ile nemlenen ve kapayan atmosfer karşısında midesi bulanmıştı. Başı dönüyordu sanki. Koca ordu, üzerine yağmur düşen zırhların çıkardığı ses yüzünden adeta çınlıyordu. Çevresine baktı, yaklaşık sekiz bin sekiz yüz kişilik bir saldırı ve istila grubundaydı. Kazeku köyünün güneyindeydiler ve Köy çeyrek mil kuzeylerinde, önlerinde duran yamacın ardındaydı. Yamaç, tırmanıldıktan sonra geri alçalmıyor, ulaşılan yükseklik düz bir şekilde devam ederek ters çevrilmiş bir tavayı andırıyordu. Akhemiza krallığı adına buraya el koymaya gelmişti bu ordu. Büyük bir ordu sayılmazdı. Hatta ordu bile sayılmazdı. Sayısı göz önüne alındığında bu bir tümendi. Ama her ne kadar ciddi bir rakama sahip olmasa da Akhemiza’nın ağır zırhlı şövalyeleri ve hız tabanlı hücum süvarileri ile donanmış bu tümen, önüne geçen her şeyi toz duman etmeye hazırdı.
Veldor ayak parmakları üzerine basarak ordunun en ucunu görmeye çalıştı. Üzerinde kalıp gibi duran zırh takımı içinde bunu yapmak ona nedense kolay geliyordu. Lord Zelac’ı aradı gözleri. Tümenin yarısını bir huzursuzluk kaplamıştı ve lordun surat ifadesini çok merak ediyordu.
Lord Zelac tümenin komutanıydı. Çaldığı savaş borusu, kralın ordusunun bir geleneğiydi. İstila edilecek bölgeye veya şehre yaklaşılırken ordunun komutanı devasa boruyu çalar ve bir nevi "ordumuzun kudreti ve yenilmezliği o kadar kutsaldır ki burada olduğumuzu bilmeniz bizim için bir şeyi değiştirmiyor" mesajı taşırdı. Kralın kendini beğenmişliği, ordusuna yansımıştı.
Fakat bu boru, bu sefer o kadar da işe yaramış görünmüyordu. Zira ani hava değişimi borunun ötmesinden sonra oluşmuştu. Yine de tümeni asıl korkutan bu değildi. Korkunun ana kaynağı havadaki değişikliğin ardından ileride duran yamacın üst sınırında ortaya çıkan 10 küsur güneş gibi parlayan cisimdi.
Akhemiza şövalyeleri dikkatli baktıklarında bunların zırhlar içinde dimdik ayakta duran şövalyeler olduklarını gördüler. Hava kapalı olmasına rağmen sanki hava açılmışta çarpan güneş ışığını yansıtıyormuş gibi parıldıyordu yamaçtaki adamların zırhları. Ellerinde claymore cinsi kılıçlar var gibiydi. En azından Veldor öyle olduğunu tahmin ediyordu. Gözlerinin irisleri belli olmuyordu adamların. Çünkü onun yerine gözleri ay ışığı gibi yıldırımı andırır şekilde beyaz ışıklar saçıyordu adeta.
Uzaklıktan dolayı surat ifadeleri pek anlaşılmıyordu fakat pekte gülüyor gibi görünmüyorlardı. Ve tümen korkmuştu…
Lord Zelac kımıldamadan olduğu yerde tepeye bakıyordu. Tümenin içinde fısıldamalar dolaşmaya başladı. Bir adam bunun yanıltıcı bir büyü gösterisi olduğunu söylüyor başka bir adam ise bu yerin tanrılar tarafından korunduğunu ve bunun bir işaret olduğunu, tümenin burayı terk etmesi gerektiğini iddia ediyordu. Ama bunlar sadece üç beş askerin batıl inançlarından başka bir şey değildi. Asıl söylenti en rahatsız edici ve asıl korku kaynağı olanıydı: O da tepedeki duran bu adamların beyazölüm olabileceği söylentisiydi. Tümenin sağından solundan “Bunlar beyazölüm şövalyeleri” – “Efsane gerçek olabilir mi?” - "gerçekten bunlar onlar mı?" gibisinden sesler gelip duruyordu.
İkinci komutan Lord Dremar öne çıkarak, Lord Zelac’a yaklaştı.
“Lordum! Sizce bunlar düşündüğümüz şeyler mi?”
“ Efsaneler kıtasındayız Dremar. Adı üstünde efsane… Gördüğüm şey beni şaşırtmadı, batıl inançlara, içi boş hurafelere ve ninelerin torunlarına geç yatmasın diye korkutmak için anlattığı velet hikâyelerine inanmam. “
Bu beklediği bir cevaptı Dremar’ın. Zelac, Akhemiza krallığı içinde tanınan en otoriter ve tabir-i caizse at gözlüklü lordlardan biriydi. Kafasının dikine giden, arkasına aldığı orduyu düşüncesizce yönlendiren ve askerlerini piyondan öte görmeyen diktatör ruhlu bir adamdı.
Lord Zelac sözlerine devam etti:
“Yamacın başında durarak basit beyaz büyüler ile ışık gösterisi yapan üç beş soytarıdan korkacak değilim. Evet, burası efsaneler kıtası, şu yamacın ucunda gördüğün adamlarda dedelerinden kalma zırhları giyinip amatör büyü gösterisinde bulunarak kehanetlerden veya efsanelerinden korkup gitmemizi uman üç-beş köylüden başka bir şey değil. Eminim Akhemiza’nın birçok büyücüsü bundan daha gösterişli ve eğlenceli büyüler yapabilirdi.” Bir kahkaha patlattı. Dremar'ın konuşmasına fırsat vermeden yeniden konuştu:
“Tropikal bölgelerdeyiz, havanın ani değişimlere uğraması oldukça normal. Buraların iklimi böyledir Dremar. Hiç coğrafya okumaz mısın sen?" Dremar sinirlenmeye başlamıştı. Zelac devam etti: "Köy, yarım mil ileride, yamacı aşınca önümüzde olacak. Planlandığı gibi direniş ile karşılaşılmadığı halde uygun adım ile köye doğru ilerleyip yönetimi devir alacağız.”
Komutanın sözlerinin bittiğine emin olarak konuşmaya başladı Dremar:
“Efendim, adamlarımız tedirgin. Sizin de bildiğiniz gibi hepsi de bu büyülü diyarlarda ne ile karşılaşacaklarını bilmeden ailelerini bırakıp bu kadar uzağa gelmiş evli yurtlu asil insanlardır. En azından muhtemel bir direnişe veya tepedeki adamların kurmuş olabileceği tuzaklara karşı bir önlem alamaz mıyız?”
“Şu sol taraftaki ormanı görüyor musun, iki tabur okçuyu ağaçların içine yerleştir. İki tabur da yolun sağında dursun. Geriye kalan piyadeler yamaca doğru yürüsünler, atlılar beklenmedik bir sürprize karşı geride beklesin”